Okuduğum Tarih : Nisan 2013
Elif
Şafak’ın bu biraz uçuk, biraz duygusal, bir grup gencin kendileri için hem
hayatlarında hem de yaşadıkları Amerikan topraklarında yer elde etme, bir yere
ait olma gayretleri, her birisinin enteresan huyları hatta fobileriyle dolu
romanı okuyucuyu zaman zaman şaşırtıyor ve düşündürtüyor.
Roman,
Abed ile Ömer’in bir barda sabaha kadar içip (Aslında bir tek Ömer içmiştir)
sonra ayrılmalarıyla başlıyor. Ömer evine gidiyor ve yeni evlendiği Gail ile
tartışıyor. Abed de Piyu ile paylaştığı evine dönüyor.
Sonra
hikaye geçmişe Gail’in üniversite yaşamına fokuslanıyor. Önce Gail’in asıl ismi
Zarpandit olarak üniversite ortamında sosyalleşmekte ne kadar zorlandığını öğreniyoruz.
Yeni arkadaş edindiği Debra ile onun soranity’sinin bir parçası olmaya
çalışıyor ama çekingen halinden bir türlü vazgeçemiyor. Sonraki yıllar Debra
ile arkadaşlıkları ilerliyor ve beraber yaratıcı bir çikolata dükkanı
açıyorlar.
Ömer’de
ABD’ye siyasal bilimler konusunda doktora yapmaya gelmiş bir öğrenci olarak
oturacak ev ararken gazetede gördüğü ilandaki adrese giderek enteresan yeni ev
arkadaşları Faslı Abed ve İspanyol Piyu ile tanışıyor. Onların ‘Ev Arkadaşlığı
Testi’ni’ yaparak sarımsak merakı yüzünden ev arkadaşlığına seçiliyor. Üçü çok iyi
arkadaş oluyorlar.
Piyu
yine kendisi gibi Hispanik olan Alegre ile çıkıyor. Bir arkadaş yemeklerinde de
Gail ve Debra ile tanışıyorlar.
Abed’in
annesi Zehra bir süreliğine onları ziyarete geliyor. Abed’in Fas’tan eski kız
arkadaşı Safiye’nin mektuplarında Abed’e ‘seni daha fazla bekleyemem’ mesajı
vardır.
Ömer
sürekli kız arkadaşı değiştirse de bir süre sonra Gail’den çok hoşlanmaya
başlıyor ve bu tek taraflı aşka dönüşüyor. Sonunda dayanamayıp arkadaşlarının
da yanında Gail’e evlenme teklif ediyor. Gail kabul edince önce hep beraber
yaşıyorlar sonra Gail ile Ömer kendi evlerine taşınıyorlar. Arkasından da İstanbul’a
Ömer’in ailesiyle tanışmaya gidiyorlar.
İstanbul’da
harika vakit geçirdikten sonra dönüşte havalimanına giderken Boğaz Köprüsü’nde
trafikte durduklarında zaman zaman manikdepresif sıkıntılar yaşayan Gail’e yine
bir ölme düşüncesi geliyor. Ömer yanında Walkman’inde müzik dinlerken, Gail
arabadan inip eşi ve taksi şoförü arkasından yetişemeden kendini köprüden
boşluğa bırakıyor.
GÖZLEMLERİM:
*Gerek gurbette olduklarından kendilerini yabancılaşmaya karşı
korumaya çalışan Amerikalı olmayan kitabın kahramanları : Ömer, Abed, Piyu ve
Alegrei gerekse Amerikalı olup da yine toplumun dışında kalmış ve çırpınan Gail
ile Debra bu romanın başlıca 6 karakterini oluşturuyorlar. Bu farklı
kişiliklerle gözlemlediğim bilgiler:
*Ömer: Türk. Çok yakışıklı. Doktora yapmaya gelmiş, bunu
yapabilecek zeka ve beceriye sahip olmasına karşılık tembel ve fokuslanamıyor.
Sürekli kulaklıkla müzik dinleyerek rahatlayabiliyor, hep İngilizce dinliyor,
her yere geç kaldığı için zaman mevhumu yok ama müzikle zamanı ölçüyor.
Parçaları arka arkaya defalarca dinleyerek bir yerden bir yere ne kadar zamanda
gideceğini hesap ediyor; müthiş kadın düşkünü bir Don Juan gibi ama ciddi
olmayacağı kişileri seçiyor, kendi ailesine karşı sürekli tepkili, evlendiğini
bile sonra haber veriyor.
*Gail: Yahudi. Amerikalı. Gerçek adı Zarpindat. Gail ismini de
başka bir isimden kısaltarak kendi kendine seçmiş, ruh haline göre isim değiştirebileceğini
düşünüyor, çok direkt konuşuyor, kreatif çikolatalar dizayn eden bir dükkanı
var, intihara meyilli, manik depresif, kaç kez intihara yeltenmiş başarısız
olmuş. (tren rayları, ip, fırın) Saçında her zaman gümüş kaşık taşıyor, gördüğü
belirtileri işaret olarak kabul edip moralini ona göre tayin ediyor (şapkasına
etrafta ağaç yokken bir yaprak düşmesi).
*Abed: Faslı. İyi kalpli. Biyokimya okuyor. Başarılı, gelenekçi,
Fas’ta Safiye ile evlenmek istiyor ama Amerika’dan kolayca ayrılamayacağını
bildiği için onu elinden kaçıracağını da biliyor, çamaşırhanede gördüğü annesi
yaşındaki kadına karşı cinsel istekle dolu ama gelenekçiliğini kıramıyor, korku
film hastası, sarımsak delisi.
*Piyu: İspanyol. Diş hekimliği okuyor. Başarılı. Aşırı titiz ve
temizlik hastası. Alegre ile çıkıyor, onunla evliliğe karar veremediği için
cinsel ilişkiye giremiyor. Sarımsak hastası.
*Alegre: Meksikalı. Harika bir aşçı, sürekli mutfakta olmayı
seviyor, yemek yemeyi çok sevse de Blumia hastalığı olduğundan yedikten hemen
sonra kusuyor. Öfke tepkileri ilginç.
*Debra: Kendisine mutlaka tam ismiyle hitap edilmesini istiyor.
(Debra Ellen Thompson) Amerikalı, lezbiyen ama kendini tam deşifre edemiyor.
*Birbirlerinden çok
farklı karakterler, hepsinin kendi mutluluk, var olma iksirleri ve takıntıları
var. Sanki hepsi Dante’nin İlahi Komedya eserinin Araf’ında kalmışlar.
Ruhlarından arınıp cennete ulaşmaya çabalıyorlar. Yani önleri belirsiz.
*Gurbette yaşayan
öğrenciler üzerine kurulmuş bir eser.
*Genel olarak yaşamın
zorlukları ve insan psikolojisi anlatılıyor.
*Bana Amerika’da okumak
için geçirdiğim 5 seneyi anımsatıyor (1990-1995). Elif Şafak da 3,5 sene
kalmış. O kadar değişik sahnede Amerika’daki yaşamımdan sahneler, enstantaneler
gördüm ki benim için nostaljik bir deneyim oldu bu kitabı okumak. İnsanın
geçmişini anlatan/yansıtan bir yazı okuması çok ilginç ve duygusal bir deneyim.
*Ömer’in zamanla ilgili
sıkıntıları var, ne yaparsa yapsın her yere geç kalıyor. Enteresan olan bu
dakiksizliğini dinlediği şarkıların süreleriyle kompanse etmesi. Ömer’in
dinlediği müzikler Şafak’ın da favorileri midir acaba?
*Ömer’in dinlediği şarkıcılar / gruplar :
Nick Cave, Roger Mc Quinn,
Stone Roses, Barry Adamson, Pixies, David Bowie, Patti Smith, Cypress Hill, System
Of A Down, Alabama 3, Queensryche, Lou Reed, Sugarcult, The Clash, Anita Lane,
Banco De Gaia, Joe Strummer, Nico, Skunk Anansie, The Ramones, The Smiths,
Portishead, Sex Pistols, Street Preachers, Chumbawamba, Elvis Costello, Don
Allison, Dead Kennedys, PJ Harvey, Iggy Pop Stooges, Toplam 30 şarkıcı ya da
grup. Roman sırasında bahsi geçen şarkı sayısı ise otuzdan fazla. Bu roman bir
nevi kişiyi bir plak dükkanına sokup orada çeşitli longplayler arasında
gezdiriyor. Bütün bu eserleri dinlemek isterseniz saatlerce vakit
geçirebilirsiniz. Artık günümüzün internet dünyasında bu eserlerin çoğunu
bulmak da mümkün (örneğin Spotify’da).
*Sarhoşluk:
“Ne de olsa ayyaşların
sabaha her birini unutacakları envai çeşit saçmalığı yapma hakları vardı;”
(s10)
*Amerikalıların / Amerika’nın yaşamından, geleneklerinden, değer
yargılarından kesintiler roman boyunca aktarılıyor. Bu yorumların/gözlemlerin
tamamına ben de kendi tecrübemden dolayı katılıyorum. Gerçekten neredeyse her
birisini tek tek düşünmüşümdür:
-Aşinalık:
“Ne de olsa
Amerikalılar, hemen herkes gibi, aşinalık peşindeydi;” (s11)
-Posta kutularına gelen ıvır zıvır mektuplar:
“Her zamanki ıvır
zıvır; her yerden yağan indirim kuponları, duyurular, el ilanları, kredi kartı
teklifleri.” (s30)
-Okulların bahçelerindeki sincaplar:
“Sincaplar ile kızlar
benzer bir uyanıklık ve çeviklikle kampüs nüfusunu meydana getiriyordu.” (s49)
-’İlginç’ sözcüğünün sık kullanılması ve anlamını kaybetmiş olması:
“Hep böyle derlerdi.
Ama o artık “ilginç” kelimesinin gündelik iletişim içinde dolaşımda olan bütün
sıfatlar arasında en kalın kabuklusu olduğunu öğrenmişti, kalın kabuklu demek
illa da içinde bir şey olduğu anlamına gelmiyordu. “İlginç” kelimesinin hiçbir
ilginç tarafı yoktu.” (s52)
-Her şey için levhalarla uyarıların olması “Kar Kaygandır” gibi:
“Herhalde sadece
Amerika’da KAR KAYGANDIR diye bir uyarıyla karşılaşabilir insan…” (s127)
-Arap’lardan çekinmeleri korkmaları:
“O anda tek gördüğüm
seni nasıl gördükleri. Arap’a benzeyen şüpheli bir adam yaklaşıyor,” (s129)
-Karla kaplı şehirler:
“Zira sabah kalkar
kalkmaz bütün dünyanın karla kaplandığını görmenin insanlar üzerinde
sosyalleştirici bir etkisi vardır.” (s232)
“Kar bütün faaliyeti
hareketleri, hırsları, tutkuları yavaşlatmıştı, herkesin üzerine bir şüphe
perdahı yağmış gibi.” (s235)
-Noel’in insanlar üzerindeki etkisi:
“Noel ne de olsa
insanın hayatında yinelenen şeylere son vermesi için yinelenen bir başlangıç
fırsatıdır.” (s249)
-Vergi Dairesi:
“Vergi Dairesi gibi bir şeydi, oraya cevabı olmadığından emin
olduğunuz sorularla gidip sorularınızı anlamsızlaştıran cevaplarla geri
dönüyordunuz.” (s255)
-Şehir efsaneleri:
“Şehir efsaneleri,
dünyanın özgür yurttaşlarıdır. Seyahat etmek için pasaporta, bir yerde kalmak
için vizeye ihtiyaç duymazlar. Temasa geçtikleri kültürün rengini alan dilsel
bukalemunlardır onlar. Hangi kıyıya ulaşsalar hemen yerlisi olurlar. Şehir
efsaneleri, kimseye ait olmayan ama herkesin malı olan özgür ruhlardır.” (s293)
*Romanın konusuyla direkt ilintili olmasa da temalarından biri hayvanlar
hakkında bilgiler:
-Karga:
“Diyor ki, karga
ailesi, muhterem kuş sülalesinin en muhterem fertleri sayılabilirmiş. Yeterince
yaşlı bir karga bulabilirsen şayet, ninenin ninesinin gözlerine bakmış dahi
olabilirmiş.” (s14)
-Göçmen kuşlar:
“Göçmen kuşlar, kuş
aleminin en tuhaf grubunu teşkil ediyordu. Önce uzak memleketlere göç etmek
için sürülerinden ayrılıyor, oraya vardıklarında da toplanıp sürüler
oluşturuyorlardı.” (s96)
-Ringa balıkları:
“Çocukken annesi ve
babasıyla Cape Cod’a yaptıkları bir yolculukta Gail gelgit esnasında nehrin
ağzındaki ringaları seyretmişti.” (s260)
-Martı:
“Martılar şaşırtıcı
ölçüde karmaşık kuşlardır ya da fazlasıyla basit. Çelişkilerle doludurlar. Tek
başlarına süzülürler ama daima bir topluluk oluştururlar. Kaba bir hantallıkları
ve çirkinlikleri vardır ama aynı zamanda kendilerine has asil bir zarafete
sahiptirler. Çöplerin arasında mideye indirebilecekleri bir şey aramak için çöp
kutularının yanına indiklerinde çok aptal görünürler; ama çatıların ya da
kayaların üzerinde, hiç kıpırtısız, kendi tefekkürlerinin ağırlığı altında
donmuş gibi dalgın dalgın denize baktıklarında o tumturaklı bilgeliklerinin
üzerine yoktur.” (s361)
*Amerikalı olmayan kişilerin gurbette yabancılaşma hisleri /
davranışları yine Amerika’da yaşayışım sırasında kendim de hissetmişimdir:
-Kendi isminin telaffuzunun zorluğu:
“Yine de mesele
yabancıların isimlerini ya da soyadlarını telaffuz etmeye gelince herhalde
yeryüzünde pek az millet Amerikalılar kadar kendinden emin davranırdı.” (s12)
“İsimlerin yabancı
memleketlere ayak uydurma sürecinde muhakkak bir şeyler eksilir; bazen bir
nokta, bazen bir harf ya da vurgu.” (s12)
-İki yabancının ortak dil olan İngilizceyle haberleşmesi:
“Ne vakit bir yabancı
bir başka yabancıyla ikisine de yabancı olan ortak bir dilde sohbet etmeye
kalksa, konuşmalarının en iyi tarafı budur işte. İçlerinden biri bir kelimeyi
bulamadığında, öteki de bulamaz nasıl olsa.” (s17-18)
-Türk kahvesi içmek:
“Türk kahvesine ‘Yunan
kahvesi’ deseler de bir Yunanlının, diğer kahveler yerine Türk kahvesini tercih
etmesi…” (s24)
-Memlekete ucuza telefon açmak:
“Memlekete nasıl daha
ucuza telefon edileceği ya da kahvaltı için nereden kaliteli siyah zeytin
bulunabileceği türünden gündelik ayrıntılardan akademik ilgi alanlarını ve
kişisel dedikoduları paylaşmaya kadar.” (s95)
-Sürekli kendisine nereli olduğunun sorulması ve Türkiye dediğinde
şaşkınlık, bilgisizlik:
“Amerika’da sık sık ona
nereli olduğunu soruyorlar, cevabı aldıklarında da ya talimat formatına “Ha,
Türkiye!” ya da soru formatında “Ya, Türkiye?” cevabını yolluyorlardı, duruma
göre bu arada nazik bir merakla “Aman ne kötü!” ya da “O kadar kötü mü?”
dercesine yüzünü inceliyorlardı.” (s104)
-İngilizce rüya görmeye başlamak:
“İngilizce rüya görmeye
başlamak bir eşiktir, daha büyük bir değişimin, insanın artık aynı kişi
olmasına izin vermeyecek kadar derinden bir değişimin yolda olduğunu gösteren
bir işaret.” (s147)
-Uçak yolculuğunun yorgunluğu:
“Yarım gün boyunca
çeşitli saat dilimleri üzerinden uçmak “kişinin bedenindeki biyolojik
ritimlerin bozulmasına” (uçuş yorgunluğunun sözlük karşılığı) neden oluyorsa,
insanın memleketinden temelli havalanıp çeşitli kültür dilimleri üzerinde
süzülmesinin de “kolektif hafızadaki zihinsel ritimlerin bozulmasına” (hüzün
için önerilen karşılık) sebep olabilir.” (s158)
-İngilizce konuşurken yapılan yanlışlar:
“Ne de olsa bir dilin
yerlileri, yabancıların ürettiği mini minnacık yanlışları duymaktan hoşlanır.
Nadiren müdahale ederler, ettiklerinde de çocuklarının yaptıkları hatalardan
zevk alan ana babaların şefkatli ihtiyatı vardır hallerinde.” (s240)
*Ev arkadaşlarına sarımsak sevip sevmediklerini anlamak için test
yapılması romanın ‘uçuk’ fikirlerinden. Kendim sarmısağın tadından da
kokusundan da hiç hoşlanmadığım için bu gıda maddesinin seçilmesinde bir ironi
olup olmadığını çözemedim. Belki yazar da hoşlanmıyordur sarmısaktan? Ya da
tutkun derecesinde bağlıdır!? Her şekilde bir gıda ürününe göre böyle bir ‘ev
arkadaşlığı testi’ yapılması hem komik hem de uçuk.
“Tebrikler! Sarımsak
testimizde en yüksek puanı aldın.” (s109)
“Sarmısak burada adeta
kutsaldı.” (s110)
*Yabancı hissi:
“İnsan yabancı oldu mu
kendisi olamıyor artık. Başkalarının gözünde bir ulusal kimlikten ibaretim
artık.” (s130)
*İstanbul’un muhteşem bir şehir olmasına atıf yapılması hoşuma gitti:
“İstanbul bu fuzuli
kaygıların ötesindedir.” (s359)
“Öyle tehditkar bir
yakınlığı vardı ki insan neredeyse nabzının atışını duyabiliyordu. Kirli, dar,
yılankavi sokaklar, pencereleri ardına kadar dışarıda zonklayan hayata açılmış
üst üste, iç içe, salaş evler, kimileri hayli bakımlı ve tıknaz, kimileri sefil
sürü sepet kediler; sadece uzun zaman önce sönüp gitmiş hayatların izleriyle
değil, daha doğmamışların işaretleriyle de kaplı tarih bulamacı. Buradan böyle
bakar bakmaz şehir pek çirkin görünmüştü Ömer’e.” (s360)
*Vapurdaki seyyar satıcılar küçüklüğümden beri Büyükada’daki
yazlığımıza gidiş gelişlerde hayatımızı dolduran öğelerden biri olmuşlardır:
“Baylar bayanlar! Bir
dakikalık dikkatinizi istirham ediyorum. Karşılığında size hayatta ihtiyacınız
olan her şeyi sunacağım, belki bir sevgili hariç!” (s367)
“Çingene seyyar satıcı
devasa deri çantasını yere koydu ve yumurta gibi parlak ve cırtlak sarı bir
plastik alet çıkardı, sivri kenarları ve tepesinde tuhaf bir kapağı vardı.
Herkes bu mucizeyi görebilsin diye şeyi havaya kaldırdı. Bunu takip eden üç
dakika içinde bir patates soydu, havuç ve salatalık dilimledi, bir limon bir
portakal sıktı, sularını dinleyiciler arasındaki birkaç talihliye ikram etti,
bir kurşunkalem açıp sivriltti, yaprak dolması sardı, bir turşu kavanozu açtı,
hepsi “bu inanılmaz Japon icadıyla”. Kimse ciddiye almadı.” (s368)
“Osmanlı tuğrası, uzun,
narin, burmalı sapında kehribar taşı olan otantik bir gümüş kaşık. Kıymetli ve
eski görünüyordu. Bu üç kaşık setini alan şanslı müşteri için diye bağırdı
satıcı, bu paha biçilmez antika kaşık bedava!” (s369)
*Aşkı tanımlayan anlamlı cümleler:
“Oysa belki de aşkla
beraber gelen değişim tek kurtarıcımız olacak hayatta.” (s32)
“Aşık olmak sevgilinin
isimlerini kendine mal etmektir, aşkın bitmesi ise isimlerin iadesi.” (s32)
“Aşk değil, hatta AŞK
bile değil AŞK!” (s277)
“Aşkı ilan etmenin aşk
öznesi üzerindeki etkisi.”
“Aşkı ilan etmenin
aşkın tanıkları üzerindeki etkisi.”
“Aşkı ilan etmenin aşk
nesnesi üzerindeki etkisi.”
“Aşkı ilan etmenin özne
Ömer Özsipahioğlu üzerindeki etkisi.”
“Aşkı ilan etmenin
nesne Gail üzerindeki etkisi.”
“Aşkı ilan etmenin
tanıklar Abed ve Piyu üzerindeki etkisi.” (s281)
“Her aşk ilanı bir
bencillik bildirgesi değil midir?” (s290)
“Aşk da beklentiler ve
inançlarla ilgili. İnsan kendisi için hala kurtuluş ümidi olduğuna ve günün
birinde özel birinin bunu mümkün kılacağına inanıyor.” (s297)
“Velhasıl aşkın kör
olduğu zannı.” (s301)
“Son sürat semanın
yedinci katına kanat çırpmakla meşguldüler.” (s301)
“Tanımı gereği aşk,
sezgisel, akıldışı bir şey, bir nevi katlanılır delilik olduğundan.” (s305)
“Arkadaki küçük oda
senin gümüş kaşık odan olur” dedi Ömer, herkes onları kutuların arasında
bırakıp gittikten sonra. “Sana binlerce gümüş kaşık alırız.” (s336)
“Bulurum. Olmazsa şık
lokantalardan çalarım. Senin ebedi kaşık sağlayıcın olurum.” (s336)
*Doğum ve Ölüm için gelenek çakışması:
“Yahudilerin tam da
ölüme ramak kala bir hastaya isim verme adetleri bu yüzden. Ölüm döşeğinde
yatanların isimlerini değiştirirlerdi, ikinci bir hayat şansı verebilmek için
onlara. Müslümanların tam da doğum sonrasında isimlendirme gelenekleri bu
yüzden. Yeni doğan bebeğin henüz açılmamış kulaklarına adını fısıldarlardı,
ruhuna iyice işlesin diye ismi üç kere tekrar ederek.” (s33)
*Evlilik üzerine yorumlar:
“Başlangıçta
evlenirlerse hayatlarının biteceğini kuruntu ederler, bir kere evlenince bu
sefer de boşanırlarsa yaşayamayacaklarını zannederler.” (s302)
“Evlilik bağının yazılı
olmayan kuralları, her kuşun kendi sürüsünden biriyle eşleşmesini şart
koşuyordu.” (s305)
“Birkaç ay önceden dans
kursuna yazılın. Bir konuk defteri alın ve bütün konukların içine yazmasını
sağlayın. Aldığınız bütün hediyelerin ayrıntılı bir listesini yapın.” (s306)
“Kadınlar kendilerine
en uygun erkekle evlenmezler.” Abed ağır ve ciddi bir edayla başını kaldırdı.
“En uygun erkeğe aşık olur, sıradaki ikinci erkekle evlenirler.” (s328)
*Gamalı haçın kökeni:
“Hindistan’daki en eski
paralarda, Japon, Çin, Küçük Asya, İran, Yunanistan, Britanya, İskandinavya
hatta İzlanda resimlerinde görülüyormuş. Naziler gamalı haçın sahibi değil
yani. Hitler bunu saf bir Aryan işareti olduğu zannıyla almış.” (s320)
*Roman cinselliği de kendi doğallığında, gençlerin hayatlarının
vazgeçilmez bir parçası olarak işliyor:
“İnsanın daima özlemini
duyduğu o muhteşem, düzenli cinsel hayata kavuştuğu halde eski tempoda
mastürbasyon yapmaya devam etmekten duyduğu suçluluğa benzer. Doğrusunu
söylemek gerekirse daima özlemini duyduğu o muhteşem, düzenli cinsel hayata
kavuştuğu halde eski tempoda mastürbasyon yapmaya devam ediyordu, ama bundan
suçluluk duyduğu olmamıştı şimdiye değin.” (s31)
“Sonra ellerini usulca
göğsünde, ne kadar uykulu olduğunu tartmak istercesine penisinde gezdirdi.”
(s38)
“Connie onun memelerini
öpmekte, yalamakta, emmekte ve ısırmakta, tek gram fazla yağı olmayan vücuduna
hayran kalmaktadır.” (s118)
“Bugün kocaman, siyah,
yaldızlı gözlerinde flört parıltısı fark ettiği için ayrıca mest olmuştu.”
(s161)
“Gerçi dükkanda bir
tepsi halka çikolatayı almak için eğildiğinde memelerine bakmamış değildi, onu
öpmenin nasıl olacağını hiç düşünmemiş değildi, onunla yatmayı istemiyor
değildi.” (s241)
“Bir kadın bir erkeğe
aşıksa ona kapının deliğinden bile verir” derler.” (s328)
“Ömer’i kendisine çekip
şefkatle öptü, şefkat arzuya, arzu tutkuya dönüştü.” (s337)
*Toplum Psikolojisi/İnsan ilişkileri:
“İnsan toplulukları zıt
dinamiklerle işler. Son tahlilde herkes yana yakıla popülerlik peşinde olsa da
popüler olmayan, içe kapanık birine duyulan genel talep, popüler ve dışa dönük
birine yönelik genel talebi geçebilir. İçekapanık insanlar oksijen gibidir,
etrafta olduklarında belli bir değerleri yoktur ama olmadıklarında acilen
ihtiyaç duyulur varlıklarına.” (s72)
“Sadece bir süreliğine
aynı göz seviyesinde karşılaşmış, sonra ayrı yönlere doğru harekete geçmiş iki
asansör gibiydiler.” (s260)
*Terapi / terapistler Amerikalı halkın yaşamının bir parçasıdır. Halk
terapiste gitmekten kendisi çekinmediği gibi, bunu az ya da çok tanıdığı
insanlarla da paylaşmaktan çekinmez:
“Terapinin en kötü
tarafı buydu. Önce insanı hiç sakınmadan bol bol gevezelik etmeye teşvik
ediyorlar, sonra da insanın her söylediğini not edip ilerde yargılamak için
kullanıyorlardı. (s76)
“Vajina Nemlendirici
Jel aramaktayken görmemelisiniz asla. Terapistler gündelik hayatın usul usul
döndüğü kamusal alana kesinlikle girmemelidirler, terapi-daşlar da.” (s138)
*Gazete okurları:
“Okurlar, kendilerine
muhafazakar muamelesi yapılmasını istemeyen muhafazakar insanlardır.
Yazıştıkları kişinin değişmesinden hoşlanmazlar.” (s79)
*Annelik:
“Annesi ona sarılıp
ağlarken, sorular sorup ağlarken, öpüp ağlarken, bağrına basıp ağlarken ve
sadece ağlarken, incecik ipek bir eşarp gibi onu sarmalayan o şerbetsi kokuyu
içine çekti Abed.” (s200)
“Resmi rahip
giysilerinin kadın elbisesine benzediğini fark etmediniz mi? Rahipler inananlar
için anne işlevi görür. Rahipler de kadındır.” (s272)
*Tavuk suyuna şehriye çorbası hikayelerine atıf:
“Muchas gracias ama
senin tavuk suyuna şehriye çorban annemin kurban standartlarına uygun değil”
diye homurdandı Abed.” (s223)
*Sigarayı bırakmak:
“Sigarayı bırakmak için
en önemli sebebinizi yazın ve o cümleye sık sık bakın” (s263)
“Sigarayı bırakmak için
bir gün tespit edip arkadaşlarınıza, ailenize ve iş arkadaşlarınıza söylemek
daima işe yarar.” (s263)
“Odasına dönünce ilk iş
denizci mavisi broşürdeki numarayı aradı, otomatik kadının sigarayı bırakmak
için verdiği on ipucunu dinlemeye başladı ama ancak dördüncüye kadar tahammül
edebildi. Telefonu kapattı. Sonra annesini aradı.” (s325)
*Reiki:
“Reiki’nin muhteşem
enerjisinin kendine has bir zekası, içgüdüleri vardır ve nereye gideceğini, ne
yapacağını bilir.” (s266)
*Romanda dilbilim önemli bir yer tutuyor. Romanın sonundaki söyleşide
de belirttiği gibi Şafak dilbilimini çok seviyor:
-İsimler/Soyadları üzerine enteresan yorumları var:
“Yine de mesele
yabancıların isimlerini ya da soyadlarını telaffuz etmeye gelince herhalde
yeryüzünde pek az millet Amerikalılar kadar kendinden emin davranırdı.” (s12)
“İsimlerin yabancı
memleketlere ayak uydurma sürecinde muhakkak bir şeyler eksilir; bazen bir
nokta, bazen bir harf ya da vurgu.” (s12)
“Yabancı bir ülkede
yaşamanın birinci icabı, insanın en aşina olduğu şeye, ismine
yabancılaşmasıdır.” (s12)
“Soyadının etiketlere
sığmayacak kadar uzun olmasına ve kaybolan noktalarına hayıflanmakla
geçirdiğini bilse acımasızca dalga geçer.” (s29)
“İsim kaybetmek söz
konusu olduğunda erkeklerin, isimlerin ne denli uçucu olduğunu daha küçükken
öğrenen, öğrenmek durumunda kalan kadınlara nazaran çok daha korkak çıktığını
söylerdi o her zamanki hafif, daimi ukalalığıyla.” (s29)
“İsimler insanların
varoluş kalelerine uzanan köprülerdir.” (s32)
“Birinin adını öğrenmek
varoluşunun yarısını ele geçirmektir, gerisi parçalardan ve ayrıntılardan
ibarettir. Çocuklar bunu ruhlarının derinliklerinde bilirler. Bir yabancı
isimlerini sorduğunda içgüdüsel olarak söylemeyi reddetmeleri bundandır.” (s33)
“Yahudilerin tam da
ölüme ramak kala bir hastaya isim verme adetleri bu yüzden. Ölüm döşeğinde
yatanların isimlerini değiştirirlerdi, ikinci bir hayat şansı verebilmek için
onlara. Müslümanların tam da doğum sonrasında isimlendirme gelenekleri bu
yüzden. Yeni doğan bebeğin henüz açılmamış kulaklarına adını fısıldarlardı,
ruhuna iyice işlesin diye ismi üç kere tekrar ederek.” (s33)
“İsimler böyledir işte,
bir insana dair ilk ve en kolay öğrenilen, ama aslında en zor sahip
olunabilen.” (s34)
“Çocuk beklenmeye
başladığında hiçbir geniş kapsamlı çağrışımı olmayan başka isimler seçtiler,
bir çiçek ya da yıldız ismi, yeter ki sevimli ve parlak olsun, şüphe
uyandırmasın.” (s188)
“Adımı Türkçe yazınca
noktaları koyuyorum. İngilizcede noktaları kaybediyorum. Kulağa salakça geliyor
farkındayım ama bazen noktalarımı kaybetmek beni üzüyor. Oradaki noktalar
benimkiler herhalde, onlara iyi bak.” (s243)
“Bu sistemin kısa
soyadlı insanları kayırıp, uzun soyadlı insanları mağdur ettiğini savunuyordu
Ömer.” (s339)
“Tercih şansı olsa,
daha hafif, narin, esnek ve portatif, her gittiği yere kolayca taşınabilen bir
soyadına sahip olmak isterdi Ömer, Mr. Ve Mrs. Brown gibi.” (s345)
-İngilizce öğrenme kitaplarında hep bahsedilen Mr. Ve Mrs. Brown’un
yapmacık yaşamları:
“Dizisi boyunca en
basit faaliyetleri dahi en alengirli şekillerde yaparak sayfalarda kol
gezerler, bu arada genç okurlarının yaratıcılık ve hayal yeteneklerine nasıl
zarar verdiklerini bilmezlerdi.” (s346)
“Sonraki haftalarda
çiftin öğretme teknikleri de gülüşleri ve giysileri gibi, nadiren değişmişti.
Her farklı sahnede Mr. Ve Mrs. Brown etraflarındaki her şeyi üç temel ölçüte
göre tanımlayıp öğretiyorlardı.” (s347)
-Atasözleri tanımı:
“Ama atasözleri safi
bilgeliktir. Saf ve sarih.” (s327)
“Atasözleri
ferasetlidir.” (s327)
-Deyimler:
“Saksağan gibi gevezelik
etmek!” (s13)
“Kemiğin köpekler, etin
erkekler için.” (s124)
“Misafir umduğunu değil
bulduğunu yer.” (s207)
“Deve kendi hörgücünü
görmezmiş.” (s213)
“Şeytan ayrıntıda
saklıdır.” (s240)
“Sütten ağzı yanan
yoğurdu üfleyerek yer.” (s292)
“Aşkın kör olduğu”
(s301)
“Kadınlarla çok yatmak
insanı kör eder.” (s327)
“Kadınlarla hiç
yatmazsan gözün hiç görmez.” (s327)
“Bir kadın bir erkeğe
aşıksa ona kapının deliğinden bile verir.” (s328)
“Göz görmeyince gönül
katlanırmış.” (s329)
-Fransızca:
“Cherchez La femme!”
(s16)
“Femme Fatale!” (s219)
“Couche avec moi?”
(s274)
-Ses efekti:
“Ouaghauogh” Abed’in
hoşlanmayı reddettiği türlü türlü şey için toptan kullandığı bir ses
efektiydi.” (s19)
-Örümcek kafalı:
“Birisi zamanının çok
gerisinde, muhafazakar, eski kafalı, gelenekçiyse… ona örümcek kafalı deriz.”
(s21)
-Türkçe / İngilizce arasında saati sorma farklılığı:
“Türkçede zamanı
öğrenmek için insanlara “saat” sorulurdu. Halbuki İngilizcede zamanı öğrenmek
için insanlara “zaman” soruluyordu. İngilizcede insanın zamana sahip olduğu ya
da olabileceği hissi vardı, halbuki Türkçede zamanı ölçme aracına sahiptin ama
zamanın kendisine asla.” (s90)
-İspanyolca:
“Los otras tias” (s156)
“Tienes que hacer
concha hija” (s158)
“Aguantar la vara como
venga” (s165)
“Pobrecito! Ni perros o
piyus!” (s176)
“Por favor” (s177)
“Conversando,
charlando, chiflando, platicando, hablando, murmurando, turuquiando,
chinchorreando” (s178)
“Enchiladas” (s179)
“A la mejor tia en el
mundo!” (s180)
“Donde esta tu Piyu?”
(s181)
“Vamonos” (s182)
“Amigo” (s194)
“Muchas gracias” (s223)
“Mi morena cafe con
leche y mucha crema.” (s233)
“Pasan el polo a
Alegre” (s244)
“Hija coge mas frijoles
de olla!” (s245)
“Lo comprendes
corazon?” (s279)
“Con los hombres”
(s302)
“Myosotis Alpetris,
caldo de queso, guisadosu.” (s341)
“Sombrero” (s348)
“Ruega por nosotros,
Santa Madre de Dios, para que seamos dignos de las promesas de Cristo.” (s383)
-Karabasan:
“Konuşma güçlerini
ellerinden alırlarmış. Kara-basan lafı da oradan geliyor!” (s319)
-İsa bana fazladan bir dolarınız olduğunu söyledi.
“Öte yandan Gail, İsabanafazladanbirdolarınızolduğunusöyledi Kadın’ın
da kendisinin farkında olduğundan şüpheleniyor.” (s191)
-Arapça:
“La tetezevvec bi
ımraetin aynüha zerka’ velev kanet temlükü sandükan meliyen bizzeheb.” (s209)
“Hıfmin beni adem
es-sakit.” (s213)
“Habibi…” (s214)
“El-farah seb’ate eyyam
vel huzn tülül ömr.” (s228)
-Çevirmenlik:
“Zira her çevirmen
ister basit ister külliyatlı bir metni çeviriyor olsun, şöyle ya da böyle bir
hırsızlığın suç ortağıdır. Tıpkı kervanlarla bir yerden bir yere taşınan
kıymetli mallar gibi kelimeler de yolda yağmalanırlar, tepeden tırnağa karalara
bürünmüş sinematografik haydutlar tarafından değil, yazar, şair, yayıncı ve
özellikle çevirmen kılığına girmiş kültürlü şahıslar tarafından.” (s209)
-Fal tarihçileri:
“Eski fal tarihçileri,
hayli sıradan görünen metinlerin bile içrek mesajlar saklamaya muktedir
olduklarına şahadet eder.” (s212)
*İlgi çekici Türkçe sözcükler:
-Kasvetengiz:
“Yeni gelenlerin
kendilerini tanıtmasının istendiği o kasvetengiz an,” (s55)
“Ama şevkleri uzun
sürmeyecekti. Çok geçmeden kasvetengiz dinamizmiyle hepsinin enerjisini
sıfırladı kış,” (s233)
-Dehşetengiz:
“Zarpandit’in ıstırapla
içeride hapis kaldığı sonucuna vardığı dehşetengiz an,” (s55)
-Çarnaçar:
“Çarnaçar fikrinden
cayıp, bir masanın üzerine koyduğu sandalyenin üzerine yığdığı ansiklopedilerin
üzerinden indi.” (s64)
-İlanihaye:
“Doğuştan bana verilen
bir isme ilanihaye mıhlanıp yapıştığımı bilmek nasıl sıkmaz ki canımı,
hayattaki yegane tesellim kendim olmamayı başarabilme şansımken?” (s71)
-Hamiş:
“İguanaya muhterem
Edgar Allen Poe’nun adını vermek de neyin nesi? Sen bu adamın doğru adam
olduğuna emin misin?” (s83)
-Tahammülfersa:
“Bu safhada başka
şeyler öğreniyordu Abed mesela. Ömer tabii ki onun tahammülfersa geveze
olduğunu, deste deste itirazlar, yorumlar ve neredeyse her konuda bulup
çıkardığı atasözleriyle dolup taştığını bilmiyordu.” (s111)
-Serencam:
“Böylelikle
bağımlılıklardan kurtulma serencamının beşinci gününde,” (s265)
-Gailömer, Ömergail mutantı:
“Mükemmel bir sıfır,
bir Gailömer ya da Ömergail mutantıydılar.” (s301)
*Ramazanda oruç tutmanın amaçları:
“Temel amacın hırsı ve
arzuyu bastırma, sabretmeyi öğrenme olduğunu belirtti.” (s165)
*İstatistikler:
-Yavaş konuşanların daha bilgili gözükmeleri:
“Bir araştırma, yavaş
konuşan insanların aynı konuda hızlı konuşanlara nazaran yüzde 38 daha bilgili
göründüğünü kanıtlamıştı.” (s115)
-Hayır işlerine gönüllü olanların işlerini daha çok sevdikleri:
“Hayır işlerine gönüllü
olanların işlerinden yüzde 25 daha memnun olduğunu ve kendilerine daha fazla
saygı duyduğunu ortaya koymuştu.” (s115)
-Umut ve rüyalarını kaybedenlerin daha başarılı olduğu:
“Umutlarını ve
rüyalarını düzenli olarak bir günlüğe kaydedenlerin amaçlarına ulaşmasının
yüzde 32 daha muhtemel olduğunu kanıtlamıştı.” (s115)
-Kadınların düğün sırasındaki mutluluk gözyaşları:
“Güncel bir araştırmaya
göre kadınların yüzde 61 gibi bir çoğunluğu o özel günde mutluluk gözyaşları
dökmüş.” (s278)
-Hamile olduğunu öğrenen kadınların yakınlarının davranışları:
“Aynı araştırmaya göre
kadınların yüzde 61’inin yüzde 34’ünün kocalarının yüzde 52’si onlara sarılmış,
yüzde 36’sı şampanya patlatmış, yüzde 18’i annelerini aramış.” (s279)
*Romanın en garip özellikli kişisi Gail. Onun bazı enteresan özelliklerine
örnekler:
-Gail’in saçına toka gibi kaşık yerleştirme merakı:
“Onun her sabah saçına
bir kaşık iliştirmeyi nasıl başardığı Ömer’in halen fazlasıyla esrarengiz
bulunduğu bir soruydu, hele her gece saçının şeklini bozmadan aynı kaşığı nasıl
çıkardığı sorusu daha da şaşırtıcıydı.” (s37)
“Saç demişken o
çalılığın içinden kaşığa benzer gümüş bir şey sarkıyordu.” (s162)
“Bir anlığına üç ev
arkadaşı saçından sarkan kaşığa bakakaldılar. “Ne garip!” diye-üşündü Piyu, “Ne
saçma!” diye düşündü Abed, Ömer ise “Ne tatlı!” diye geçirdi içinden.” (s283)
“Arkadaki küçük oda
senin gümüş kaşık odan olur” dedi. Ömer, herkes onları kutuların arasında
bırakıp gittikten sonra. “Sana binlerce gümüş kaşık alırız.” (s336)
-Muzun içinde bir parçayı M harfine benzetmesi:
“Muzun içindeki harf
M’ye benziyordu ki iyiye işaretti çünkü ona hemen “Muz” u hatırlatmıştı.” (s60)
-Bir harfe göre sıfatlar bulması, mesela H’yi düşününce aklına Hoyrat,
Hain, Hapis geliyor.
“Ama M’nin kötü tarafı
H olabilme ihtimaliydi, “Hoyrat”, “Hain” ya da “Hapis” te olduğu gibi.” (s60)
“Demek ki H idi muzun
içinde gördüğü harf. HÜSRAN! HÜSRAN! HÜSRAN!” (s61)
“Hoyrat, hırçın,
huysuz…” Sırada H’yle başlayan başka bir kelime var mı görmek için durakladı.”
(s151)
“Kibirli, küstah, kaçık
olduğunu söylemiştin… K’li kelimeler.” (s276)
-Bazı olayları kendisine pozitif ya da negatif olarak belirtilerle
birleştirmesi, işaretlere bakması.
“En yüksek dallardan
ayaklarının dibine bir atkestanesi düştü. Dikenli kabuğu çatlayıp, bir itirafın
eşiğinde miskin bir gülüşe zorlanmış bir ağız gibi açıldı. Kestanenin mesajını
bir alamet, kafasındaki soruya bir onaylama olarak aldı.” (s68)
“O seansın ortalarında
pencerenin kenarına bir karga tünedi ve Zarpandit durup bunun iyiye işaret olup
olmadığını düşündü. Bu kadar az veriyle bir karara varamıyordu.” (s70)
“Kurumuş bir yaprak
düştü. Nereden geldiğini görmek için etrafına bakındı merakla ama yakınlarda
ağaç yoktu. Kuşkusuz bir işaret, diye düşündü kendi kendine.” (s262)
“Gail çayının üzerinde
yüzen bir nane çöpünü seyrediyordu sükünetle. Nane döne döne, saat yönünün
tersine yüzüyordu. Bunu iyi bir işaret olarak almaya karar verdi.” (s272)
*Bu romanın isminin Araf olmasından dolayı ve Dante’nin de İlahi
Komedya eserini okuduğum için ister istemez iki roman arasında bağlantı kurdum
ve benzerlikler yakalamaya çalıştım. Yazarın bu bağlantıları ve temaları
bilinçli kullandığını düşünüyorum ya da kendim İlahi Komedya’nın çok etkisinde
kalmamdan dolayı da bu algıyı geliştirmiş olabilirim. Bu şekilde baktığımda
Araf’ta olduğu gibi ruhların cennete ulaşabilme imkanlarının olması gibi bir
durum söz konusu olabilir. Romanda da Gail, Ömer, Abed, Alegre’nin daha iyi
olmaya çalışmalarını düşünebiliriz. Nitekim Gail intihar ederek başarısız
oluyor. Çünkü intihar etmek Allahın almadığı canı almak demek. Piya cennetlik
çünkü emin olana kadar Allegre ile cinsel ilişkiye girmiyor. Abed kendi
gelenekleriyle Amerika’nın özgürlükçü ve serbest ortamı arasında bocalıyor,
Ömer’de kendi karakterini oturtma konusunda bir bocalama içinde. Romanda
dini/arafa atıfta bulundurulabilecek bazı belirtiler mevcut:
-Araf:
“Martın on altısıydı.
Gülen Saksağan gecesi. Bunun ne denli uğursuz bir eşik olduğunu çok sonra fark
edecekti Ömer, o araftan sonra Gail ondan adım adım uzaklaşmıştı.” (s344)
-Melek:
“İnsanın koruyucu
meleğinin şeytanla tartıştığını duymak gibi.” (s80)
“ABD’de sistematik
olarak ve kendi özür iradeleriyle, mandalar oluşturmak, taşlardan kutsal
halkalar dikmek, meleklerle iletişime geçmek,” (s256)
-Cennet:
“Yani cennette kendime
küçük güzel bir yer kapatıp, yukarıdan sana el sallayabilmek için debelenen
eski moda, bağnaz bir herif olduğumu düşünüyorsan yüksek sesle
söyleyebilirsin.” (s20)
“Çocukken annesiyle
birlikte oynadıkları bir oyundu bu. Eskiden cennette Tanrı kendine alfabe
çorbası pişirmiş ve bunu devasa bir kaseye koyup mutfak penceresinin yanında
soğumaya bırakmıştı.” (s47)
“Cennet Kasesi’nde
kalsalar oluşturabilecekleri kelimelere yerleştirilmek, eski manalarına
kavuşabilmek istiyorlardı.” (s48)
“Elinin altındaki
harfleri Cennet Kasesi’ne boca etti ve harfler yeniden çığırından çıkana kadar
çorbayı karıştırdı.” (s83)
“Cennetin dokuzuncu
katında bir nevi göksel karışıklık, hatta neredeyse adam kayırma cereyan
etmekteydi de kendisi bunca zamandır utanmadan bundan sebeplenmekteydi.” (s156)
“Umarım hayatın cennet
olur” diye ekledi Marisol.” (s246)
“Cennetin nesi var,
yeterince ilginç gelmiyor mu sana cennet?” (s323)
“Kuran-ı Kerim’e göre
kitabı sağ eline verilen Cennet’te yüksek bir bahçe, meyveler ve nimetler
arasında saadet yaşayacak.” (s324)
-Cehennem:
“Piyu’yu azarlayıp
Alegre’nin ne cehennemde olduğunu sormuştu.” (s146)
“Gerçi saçları cehennem
gibi kırmızı ve ancak çile çıkaran bir dervişinki kadar kısa, kollarındaki
çiller de Süleyman Peygamber’in ordusundaki kuşlar ile balıkların sayısını
aratmayacak kadar çok olsa da hoş birine benziyordu.” (s209)
“Yani cennet aslında
cehennemdir.” (s246)
“Bana İslam’daki
cehennem tasvirlerini anlatabilir misin?” (s323)
“Cehennem ateşinde
yanacak.” (s324)
“Bu cehennemi tarrakayı
önüne katıp götürmek istermiş gibi.”
-Hades:
“Geçmişin zehriyle
yüklü ve esrik, dipsiz bir azapla düşüyordu Hades’in derinliklerine Gail.”
(s326)
-Şeytan:
“İnsanları koruyucu
meleğinin şeytanla tartıştığını duymak gibi.” (s80)
“Şeytan bile cinler
kadar sinir bozucu değildir.” (s216)
“Şeytan ayrıntıda
saklıdır.” (s240)
“Bir ülkede kaybolup
diğerinde beliren ve her gittikleri yerde panik ve kargaşa yaratan tonlarca
Şeytan hikayesi vardır.” (s294)
-Tanrı / Tanrıça:
“Tanrıça resmi, birisi
sakallı” (s27)
“Eskiden cennette Tanrı
kendine bir alfabe çorbası pişirmiş ve bunu devasa bir kaseye koyup mutfak
penceresinin yanında soğumaya bırakmıştı.” (s47)
“Bazen Tanrı böyle
zorluklarla inancımızı sınar.” (s168)
“Tanrı’ya duydukları
sevgiyle coşmuş, derin düşüncelere dalmış, kendilerinden geçmiş, transa
girmişlerdi.” (s169)
“Zira Tanrı’nın
yarattığı hiçbir mahluktan bir dilim ekmek ile bir bardak suyu
esirgememelisin.” (s219)
“Cık-cıkladığı şey
yukarıdaki güneşse semavi bir ricada bulunuyor, belki Tanrı’dan çatısız
gökyüzünden aşağı bakıp, onu içinde bıraktığı kaosu görmesini rica ediyor
olabilirdi.” (s229)
“Ne? Ha şu!” dedi Gail
içtenlikle. “Tanrıça İştar.” (s271)
“Sanki çift gül gibi
geçinip gitse de her gece onlar derin uykuya daldıklarında tanrıları sabaha
kadar cenk edecekti.” (s305)
“Yan duran bir Tanrıça
işareti ve tepetaklak duran bir Tanrı işareti var.” (s319)
“Tanrı’nın merkezi her
yerde, çeperi hiçbir yerde olan bir çember teşkil ettiğinde inanıyorum, çok çok
eskiden bir simyacı filozofun dediği gibi.” (s323)
-Sufiler:
“Sufiler daima iç
anlamın dilini konuşurlardı. O sözleri söylediklerinde bambaşka bir ruh hali
içindeydiler.” (s169)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder