6 Mayıs 2014 Salı

Halikarnas Balıkçısı - Uluç Reis

ULUÇ REİS


Okuduğum Tarih: Şubat 2013

Böyle büyük, usta, romantik bir yazarın son romanını da okuduktan sonra içimde hem kıvanç hem de hüzün oluştu. Turgut Reis romanından sonra Uluç Reis'de 16. yyın deniz savaşlarını, ayakta kalmak için mücadele veren Türk korsanlarının hayatlarını, yaşantılarının kurallarını, duygularını, aşklarını öğrenmek büyük bir keyifti.

Roman/Biyografi Uluç Reis’in sayıca az olmasına rağmen, düşman gemilerine saldırıp onları yenmesiyle (çocukları öldürmelerinden dolayı intikam alıyor) başlıyor. Sonra Uluç Reis’in annesinin yaşamıyla roman başlıyor.

Perçim, annesinin Frappa adlı bir İtalyan tarafından İtalya’da Likastro'ya kaçırılmasıyla dünyaya geliyor. Perçim büyüyüp genç kız olduğunda, orada Ali isimli yaralı bir korsanla tanışıp ona aşık oluyor, ondan gebe kalıyor. Ali öldürülüyor, kesik başını görünce Perçim kendini üzüntüden kaybediyor ama yine de oğlunu doğuruyor. Oğlunun ismini Aliyuzzo koyuyor. Frappa ona bu arada çok kötü davranıyor. 7 yaşına gelince annesinin de ölümüyle denize duyduğu tutku Ali’nin kıyıdan açılmasını sağlıyor ve bu şekilde bir korsan gemisine rastlayınca onlara katılıyor.

Bu geminin kaptanı Kara Yusuf Reis’tir. Ali, onlarla gemiciliği öğreniyor. Kara Yusuf’un gemisi İspanyollara çok zarar veriyor. Seferlerden dönünce tüm korsanlar gibi Cezayir’de konaklıyorlar, ailelerine kavuşuyorlar. Ali’yi orada bırakmak istiyorlar ama o bir casusun ortaya çıkmasını sağlayarak Hızır Reis’ten ödül olarak gemilerde kalmasını kabul etmelerini talep ediyor, kabul ediliyor. Tekrar sefere çıktıklarında büyük bir İspanyol donanmasıyla savaşmak zorunda kalınca bir tek Ali kurtuluyor, kalan korsanlar ölüyorlar. Ali, esir olarak Don Luis’in şehrine götürülüyor ve orada hristiyanlaştırılmaya çalışılıyor. Kaldığı şatonun sahibinin kızıyla ilk cinsel temasını yaşıyor. Sonra kaçıp dağlara çıkıyor. İlk eşi Zehra ile tanışıyor, limandan çaldığı gemiyle ve kurtardıkları Türk forsalarla kaçarken Zehra ölüyor.

Ali, Cezayir’e kaçıyor gemisiyle, orada Turgut Reis’le karşılaşıyor ve ona ne kadar parlak bir gelecek vaat ettiğini ispat ediyor. Sonra da ona bir geminin reisliği veriliyor. Cezayir’de bir kızla tanışıp aşık oluyor, kız düğünden önce ortadan yok oluyor. Meğerse kız kılık değiştirerek, korsan gibi Uluç Ali’nin gemisine biniyor ve bir savaş sırasında Uluç Ali’nin hayatını kurtarıp kendisini ona ispat ediyor, evleniyorlar.

Ali sonra Preveze Savaşı’na katılıyor, Türkler kazanıyor. Dönüş yolunda ele geçirdiği bir gemide Arabella ile tanışıp onunla evleniyor.

Bu arada Turgut Reis, Cenovalılara esir düşüyor sonra Barbaros’un baskısıyla serbest bırakılıyor. Barbaros emekliye ayrılıp İstanbul’a dönüyor ve iki yıl sonra ölüyor. Sokullu Mehmet Paşa, Kaptan-ı Derya oluyor.

Daha sonra Lepanto Deniz Savaşı oluyor. Arkasından Uluç Ali, Kaptan-ı Derya oluyor ve Kılıç Ali Reis lakabını alıyor. O yaşında da Emilia ile tanışıyor ve evleniyor.

GÖZLEMLERİM

*Kitap adeta bir gemicilik/denizcilik sözlüğü olarak görülebilir. Çok sayıda gemicilik kelimesini kullanım sırasında okuyabilirsiniz. Bu açıdan gemiciliği ve denizciliği seven kişileri motive edebilecek değerli bir rehber.

*Yazar belli ki Akdeniz’e aşık, onunla ilgili birbirinden güzel tasvirleri, betimlemeleri, güzellikleri romanın çeşitli yerlerine serpiştirmiş:

“Ali, Akdeniz’in ay ışığı içinde ayışığı olup gitmişti.” (s41)
“Savaşsız geçen bir ayın bir başka eğlencesi de geceleri denizin parlaması idi. Akdeniz o mevsimde her zaman parlardı; fakat o yıl bir değil, bin parlamaya koyulmuştu.” (s92)
“Uluç Ali’ye apaydın denizi göstererek ‘İşte oğlum, bunun için Araplar bu denize Bahri Sefid, yani Türkçede Akdeniz dediler’dedi.” (s93)
“Artık önlerinde Akdeniz, bütün mavi şanıyla parlıyordu.” (s213)
“Yaz mevsiminde Akdeniz’in çok yerinde olduğu gibi burada da rüzgar, hafif hafif karadan esiyordu.” (s216)
“Ertesi günü, Akdeniz’in cehennem gibi kaynayan bir eyyam-ı bahur günüydü.” (s224)
“Bütün Akdeniz, ay ışığında gümüş bir çarşaf gibi ışıldıyordu.” (s270)
“Yeni doğan güneşle kıpkızıl çakan Akdeniz’e havale ettiler.” (s274)
“Parlak ve hakim bir Akdeniz mavisinde eriyip kayboldu.” (s293)
“Mavi Akdeniz doğuya doğru uçuşan bembeyaz dev kelebeklerle süslenmişti.” (s308)
“Bu karaların eteklerinde deniz mavi ve berrak usul usul fısıldamakta idi. Yıl 1538 ve Akdeniz’in en güzel mevsimi eylül ayıdır.” (s329)
“Akdeniz’in her köşesinin iklimini, mevsimine, gününe ve hatta saatine göre esecek rüzgarları –pek az buçuk bir yanlışlıkla- bilen Barbaros..” (s330)
“Kızın gülümseyişi Akdeniz güneşi gibi sıcaktı.” (s348)
“Fakat Akdeniz’de çokluk rastgelindiği gibi güzellikleri dolayısıyla sanki o kış günleri, kıştan çok yaz mevsimine aittiler.” (s365)
“Akdeniz’in o fırtınalar imparatoru keşişleme fırtınası güney doğudan sağnak sağnak esmeye koyuldu.” (s405)

*Haçlı Seferleri’nin sonuçları/etkileri:

“-Avrupa’dan ne kadar haydut ruhlu gangster istidatlı insan varsa hepsinin Haçlı seferlerine iştirakiyle Avrupa temizlenmiş." Bu yorum tamamiyle Avrupa'nın lehinde olmakla birlikte Haçlı Seferlerinin düzenlendiği şanssız ülkelerin başına gelenlere ışık tutmaktadır.
-Haçlı seferleri dolayısıyla Avrupa daha yüksek bir uygarlıkla sınırdaş olmuş ve kendi uygarlığına esas teşkil edecek bilgiler elde etmiştir.” (s30) Bu yorum bu kadar kanlı bir savaşın Avrupa'ya faydalarını ifade etmesi açısından ilginçtir.

*Uluç Ali’nin gemicilik ve korsanlığa karşı sevgisini/gücünü/yeteneklerini ifade eden bilgiler:

“’Orada kapkara bir kaya var; sonra bir girinti görüyorum. Herhalde bir liman olacak’ deyince adam, ‘Amma da keskin gözler!’ dedi.” (s59-60)
“Uluç Ali, sevinçten çıldıracak bir halde idi. Tahta çıkan bir imparatorun sevinci, basbayağı, karaya sıçrayan Uluç Ali’ninkine kıyasla solda sıfır kalırdı. Siftah olarak bir korsan sıfatıyla karaya çıkıyordu. Dünyaya yeni gelmişe döndü.” (s61)
“O kılıcı Uluç Ali, tam on sekiz sene sonra –yani 538’de- siftah olarak Preveze deniz savaşında kullanacaktı.” (s81)
“’Oğlum Ali kaç mil uzakta dersin? diye sordu. Ali, ‘On altı mil kadar tahmin ediyorum. İşte gene gözüktü… Kaptan Ali’ye, ‘Aferin bre yavrum; ben dürbünle göremiyorum.’” (s98)
“İnsanın gözleri bir, yalnız bir yöne bakmak üzere yaratılmıştır. Bazıları karaya, bazıları denize bakar. Bu çocuk, denize açılmazsa –eh kendimden pay biçiyorum- ölür demem, ama paçavraya döner. Onun yaratılışı böyle.” (s167)
“Çadır altında Turgut Reis yanındakilere, ‘Bu, artık rastgele değil, böyle ateşe düşman mı dayanır? Doğrusu aferin delikanlıya!’dedi.”
“Bu delikanlı, bir eşi daha bulunur bir nişancı; eğer denizciliği ve savaşta olsun, barışta olsun gemi kullanmaktaki ustalığı nişancılığına denkse, eh deme gitsin.” (s225)
“Hemen o anda, korsan adetlerine uyularak İskender’e kırlangıç reisliği ve Uluç Ali’ye de kırlangıçta topçubaşılık töreni yapıldı.” (s226)
“Genç bir Türk esirini gördüğünü ve çok acıdığı için ona cesaret vermek üzere yüzüne ‘Allah!’ diye lafza-i celali çağırdığını söylemişti.” (s244)
“Uluç Ali, ‘Taksimli ateş’ diye icad ettiği bir ateş tarzını tatbik ediyordu. Yani her top, düşman gemisinin muayyen bir noktasını hedef seçiyordu.” (s271)
“Uluç Ali göreceği çoğu işin yarısını gece ve yarısını gündüz görürdü. Baskın ve akını ekseriya gece yapardı. Fakat hep kitap ve kurtuluş akçesi meselelerini gündüze bırakırdı.” (s319)
“Bu yaşta böyle, bizim yaşımızda kimbilir ne olur?” (s334)
“O zamanın deniz töresine göre hareket ederek birbirini top ve tüfek ateşi ile karşıladılar. Turgut ve Uluç Ali filosunun törene ait manevralarda gösterdiği hız, ustalık ve düzen resmi donanma denizcilerine parmak ısırttı.” (s370)
“Şu halde Uluç Ali 1551 yılından itibaren Türkiye filosunda kumandanlar arasına girmiştir.” (s371)
“İşte bu görev, Uluç Ali Reis’in değerini resmi Türk donanmasına tanıtan parlak bir başarıya neden olacaktı.” (s377)
“Uluç Ali artık bir kadırga veya birkaç kadırga kaptanı değildi. Fakat bir deniz fırkası kumandanı idi ve hayatının yeni bir devresine giriyordu.” (s384)
“Uluç Ali, İskenderiye Beylerbeyi olarak Mısır donanmasıyla ve iki bin leventle Malta’ya geldi.” (s388)
“Uluç Ali altmışında olduğu halde Sen Jan’a atlayanların başında idi.” (s401)
“Bu gibi olaylardan anlaşılıyor ki, eğer Türk donanması o yıl Uluç Ali’nin tavsiyesine uyarak savaşmasa idi, Frenk donanması kendiliğinden dağılır giderdi.” (s428)
“Uluç Ali on iki düşman gemisini denizin dibine göndermiş” (s454)
“Hatta batının en taraflı tarihçileri bile Uluç Ali’nin o büyük savaştaki haraketlerini, gizleyemedikleri bir hayret ve hayranlıkla anlatıyorlardı.” (s455)
“Bu sıralarda Uluç Ali Paşa Kaptan-ı Deryalığına tayin edildi. Yazılan fermanda ‘Uluç’ yerine Kılıç sözü kullanılıyordu.” (s459)
“Uluç Ali, baştardasında İkinci Sultan Selim’le senli benli konuşuyordu.” (s462)
“Uluç Ali elinde kum saati olarak gemilerin ne kadar zamanda savaşa hazırlandığını tespit ediyordu.” (s463)
“Adım bu kılıç kadar temiz ve parlak kalacaktır ve gene bana kara Yusuf tarafından verilen bu kılıç dolayısıyla adımın Uluç değil fakat Kılıç olarak anılmasını istedim” (s470)


*Uluç Ali’nin aşkını anlatan anlamlı ve romantik pasajlar:

“’Evet!’ diye cevap verdiği zaman sesi, koynunun en özünden kopup gelen bir ilanı aşkın vahşi denilecek kadar samimi ateşini taşıyordu. Sanki iki gencin gözleri dudakları idi; bakışlarıyla dudak dudağa geliyorlardı.” (s35)
“Genç bir ağaçtan birkaç kere çift çift kirazlar kopartıp, bir tekini Ali’ye ikram ettikten ve bir tekini kendisi yedikten sonra, ağaçta kalan bir tek kirazı kız ağzına attı ve hemen; “A, ne fena ettim, sana kiraz kalmadı. Bu ağzımdaki kirazın yarısı senin, yarısı da benim. Şimdi senin olan yarım kirazı sana vereceğim! Isır!” dedi ve ağzındaki kirazı dudaklarının ucuna getirerek Ali’nin dudaklarına doğru uzattı.” (s198)
“O anda yeryüzünün o kuş uçmaz kervan geçmez ücra yerinin bütün yıldızları, dağları, ormanları, akarsuları, çimenleri ve gecenin bin bir çeşit böcekleri o kızı o erkeğe, o erkeği de o kıza çeken, iten, kışkırtan seslerle dolup taşıyordu.” (s209)
“Çünkü demincek ilk çekingenlik ve korkuları geçtikten sonra iki genç birbirini, birbirine öyle mükellef bir ziyafet olarak çekmişlerdi ki; onun sevinci kızın gönlünde dinmeyen bir müzik gibi süzülüyordu.” (s212)
“İşte tam o sırada kız, gözlerini aşağıya eğdi. İkisi de bakış bakışa geldiler ve ikisinin de gözbebekleri ötekininkine tutuştu. Uluç Ali, çift cehennemler gibi yanıp yalvaran ve yakan gözleri gördü. Sanki kız, gökten yıldızları topluyordu ve o dakikada avuçlarını açıp Ali’ye uzatıyor ve hepsini de ona veriyordu. Kızın ise o dakika gözlerinde cennet ve yüreğinde cehennem yanıyordu. Kasıklarında bir eriyiş ve çözülüş vardı. Yüreği, göğsünde varyoz gibi çarpıyor, başı sevinçler içinde fırıl fırıl dönüyor, tepeden tırnağa titriyordu. İki genç birbirine dudaktan bir şey söylemediler. Zaten söylemeye ne gerek vardı? Bakışları, her şeyi, sözden çok daha açık anlatmıştı. Kızın ilk önce benzi atmış, gözleri mor harelenip çukurlaşmış, sonra yüzü renkle harlamıştı.” (s259-260)
“Uluç Ali, sanki havayı ve bulutları adımlıyordu, sevincinden göklere uçuyordu, ne tarafa yürüdüğünü umursamıyordu.” (s263)
“Gözleri Hatçe’nin gözleriyle ilk buluştuğu anda, gönlü doğunun daha da doğusundaki bir enginden sanki dev bir şafak söküyormuş gibi büyük bir musikiyle titreyip vıngıldamıştı.” (s265)
“En ateşli şair, yirmi bin mısrada bile Hatçe’nin yüz öpücükte anlattığını anlatamazdı.” (s281)
“Ali, bir kadın yüreğinin icabında –ve bazı kadınlarda- ne derinliğe varabileceğini anladı. Bu, öyle bir sevgi idi ki gövdede bitmiyor, ruhuna derinliyordu.” (s283)
“Kızın gözleri çil çil parlıyordu, bakış bakış değil, bir çağırıştı; kızın gözlerinde Ali’nin tatmak istediği bir tatlılık vardı; kız bakışını ve tatlılığını gözleriyle Ali’ye, ‘Al’ Al! Bu senindir! Hep seninim!’ diye haykırarak veriyordu.” (s348)
“Kendisinin Uluç Ali tarafından zevceliğe istendiğini duyar duymaz, kızın gözleri ve yüzü, yüreğinde çarpan sevinçle ışıklandı.” (s473)

*Turgut Reis’in Avrupa’da çocukların rüyalarına girmesi:

“Aradan hemen hemen beş yüz yıl geçtiği halde, bugün bile İtalya ve İspanya’da yaramaz çocukları korkutmak için ‘Viene Dragutte/ Turgut geliyor’ denilirdi.” (s365)

*Cezayir:

“Cezayir dünyada beyaz olarak –ister kar, ister deniz köpüğü- hepsinden de beyazdı.” (s156)

*Deyimler/Söyleyişler:

“Havada bulut, sen onu unut” (s14)
“Sözünün burasında kendini güm güm yumruklayarak…” (s161)
“Düşmanın pire ise, o sanki deve imiş gibi hazırlan.” (s447)

*Cervantes ve Don Kişot:

“Orada Servantes iki kere yaralandı ve sol elinin hareket kabiliyetini tamamen kaybetti. İşte bu adamdır ki, Lepanto’da iki tarafın ölülerinin acısını duydu ve Donkişot’u yazdı.” (s457)
“Servantes genç yaşında başını bu hayali masallarla doldurmuştu. O da okuduğu kahramanlara benzer kahramanlıklar yapmak için Don Juan’ın filosundaki savaşçıların arasına katılmıştı.” (s458)

*Kadınları tasvirleyen enteresan yorumlar:

“Kadın gönlünü anlamak, düşmana top atmaktan çok daha güç.” (s286)
“Kadınları hiç boş bırakmayın; hep gebe bırakın ki fesatlık düşünmeye vakit bulamasınlar” (s318)

*Şövalyeler:
“Korsanlar şövalyelerin uzun saçlı olduğunu bilmiyorlardı.” (s318)

*İspanya’da ‘yıkanmama’ geleneği garip. Biz Avrupalıları daha medeni sayarken onlar ise bizi hayal kırıklığına uğratıyorlar:
“Çünkü ancak doktorun hastaya tavsiyesi üzerine banyo edilebilirdi.” (s104)

*İspanya’da cellatların insanları yakması insanoğlunun şiddete ne kadar eğilimli oluşunun acıklı bir ispatı:
“Cellatlar yanmaya mahkum olan adamın ağzına ölüm armudu denilen bir tıkacı soktular. Ölüm armudu yananların bağırmalarına mani oluyor, nazik kulaklı seyircilerin kulaklarını çirkin seslerden koruyordu.” (s51)
“Engizisyon tarafından kafirlerin yakılmaları merasimine ‘Otto da fe’ adı veriliyordu.” (s189)
“Büyük şenlik oldu. Kafirler ateşe verilirken meyhaneler, kerhaneler müşterilerle dolup dolup boşandı. Şehre oluk gibi para aktı.” (s191)

*İspanya’da evlilik Osmanlı İmparatorluğu’nda ve bugünün Türkiye’sinde bile geleneklerin devamını ifade ediyor:
“Fakat İspanya asilzadeleri arasında, kız veya erkek çocukların küçüklük çağlarında nişanlanmaları, asırlardan beri devam edegelmiş bir adetti.” (s196)

*Ağlayıcı kiralama fikri ne kadar yaratıcı ve bir o kadar da trajikomik bir gelenek:
“Birisinin ölüsüne para ile ağlayıcı mı kiralanacak?” (s161)

*Kitap Türk korsanlığı hakkında ansiklopedik bilgiler içeriyor:
“Türk korsanlığı, canını savunma kabilinden tabii bir tepkiydi. Yakındoğu’ya karşı korsanlık, Ortaçağ’ın başlarında Filistin’e giden Haçlılarla başladı. Ve bu Haçlı seferleri bu nam veya başka bir nam altında on dokuzuncu yüzyılın başına kadar devam etti.” (s30)
“O zamanlar korsanlığın belli başlı vasıflarından biri delikanlılıktı. Aydın kıyılarının gençliği, o meydan okuyuculukları, gözlerini budaktan sakınmazlıkları, ihtirasları ve şana susayışlarıyla berkendenin kıç kasarasında mükemmel olarak temsil edilmişti.” (s42)
“Bütün bu işlerin gürültü ve patırtısı nöbet nöbet savaş havasını çalan mehterin davul ve zurnaların gürleyişi arasında, bazen işitilir, bazen işitilmez oluyordu.” (s100)
“Türk korsan gemilerinde temizliğe çok riayet edilirdi. Çünkü gemide namaz kılındığı için orası adeta bir cami sayılırdı. Bundan başka bir gemi bir şehadet meydanı idi; dolayısıyla pis ve mundar olmaması lazımdı.” (s103)
“İşte bu temizlik kaygısı dolayısıyladır ki, güverteye tüküren bir korsan, korsan yasasına göre falakaya yatırılır, ceza olarak ayak tabanlarına on kere sopa çalınırdı.” (s104)
“Savaş sırasında birisi yaralandı veya şehit oldu muydu, korsanlar onu hemen ambara taşırlardı. Amaç, arkadaşlarının öldüğünü görerek öteki korsanların morallerinin bozulmamasıydı.” (s109)
“Türk bahriyesini asıl kuranlar ve idare edenler korsanlardı. Onların bir sürü yasaları vardı. Türk resmi bahriyesine öğüt olarak kırk nasihat veyahut kaide kaleme almışlardı. Bu kaidelerin yirmi altıncısı şöyledir: ’26) Bey gemilerinden Türk olmayan yüzer forsa çıkarılıp yerlerine tersane gemilerinden çıkarılan küreğe mahkum Türkler konulmalıdır. Buna muhalif olan biri çıkarsa hemen onu gemi dışarı etmelidir. Çünkü çok defa Frenk forsaları bey gemilerini basıp girmişlerdir.” (s113)
“Himmet’in cenaze töreni yapıldı. Şehit olduğu için naşı yıkanmadı. Çünkü şehit, kanı ve üst başıyla gömülürdü. Kendisine yelken bezinden bir kefen dikildi. Kefenin ayak tarafına büyük topun on beş okkalık bir güllesi bağlandı. Kefenin üzerine ziftle bir ‘Hüve-l-Hallak-ul Baki’ yazıldı; cenaze namazı kılındı.” (s115)
“Felemenk gemilerinin yapıcıları –ora sularının ekseriya sığ bulunması dolayısıyla- gemilerinde mümkün mertebe az su çekimiyle en çok manevra ve seyir kabiliyetini birleştirme amacını güderlerdi. İspanyol taraka, barça, karavela, olaka ve borton gibi kalyon takımı yelkenlilerinde ise muayyen bir mesefanin içine mümkün mertebe çok top tıkmak amacını güderlerdi. Kara Yusuf’un kumanda ettiği Türk korsan gemilerinde ise –berkende, kalita, kadırga vesairede- geminin küreğe geldiği kadar, fırtınaya dayanıklı olmasına dikkat edilirdi; çünkü kışın da sefere çıkarlardı.” (s118)
“Ne olacak, korsanın varı yoğu yanında sallanan babacan palasıdır.” (s122)
“biliyor ve gün gibi ay ışığı dolayısıyla görmüş bulunuyor idiyseler de, yine sormak ve parola almak adetinden vazgeçmiyorlardı. Çünkü parola sayesinde birçok tuzaktan kurtulmuşlardı.” (s125)
“Afrikalı kardeşlerimiz savaşa iştirak ederlerse, korsanlık kaidelerine göre, ganimetten pay alırlar.” (s140)
“Kara yakınsa şehitler, denize değil, karaya gömülürlerdi.” (s144)
“Korsanların yurtları denizdi. Her karaya gelişlerinde yürekleri burkulurdu: Acaba denize bir daha açılacaklar mıydı?” (s147)
“Korsanların karada bir bağlarının bulunmaması bir bakımdan iyi ama bir bakımdan da fena oluyor. Herife, nerelisin diye sırmuşlar; karımın köyündenim, demiş.” (s149)
“Bütün Avrupa ‘Utrecht’de toplanıp, korsanlığın meşru sayılmasına ve İspanya’dan yapılacak talanların, talancı Avrupa devletleri arasında paylaşılmasına karar veriyordu.” (s154)
“Kimdir o insan ki, hayatının bir aşamasını kaparken üzüntü duymasın? Gemide Kara Yusuf, odabaşı Selim, serdümen Yaşar, baş yelkenci İmdad’ın Halil, selsireci Karadayı Mahmut, Koca Murat, Necmeddin, topçubaşı Deli Davut, ihtiyar Emin, delikanlı Celal, Kilizmanlı Cafer, Kuşadalı Hurşit, Foçalı Mesut, marangoz Mümin Usta ve daha birçok korsan vardı.” (s168)
“Korsandılar. İçlerinden kabaran sevinç, bir deniz zaferi sonunda uzaktan duyulan gülbanklar gibi içlerinde homurduyordu. Dayanamadılar! İçlerindeki sevinç türküsü fırlayıp boşandı. Bütün berkende halkı, bir heyamola (eyyam ola!) tutturdu.” (s169)
“Gemi zengin bir av idiyse ondan kaçtıkları takdirde korsanlar birbirinin yüzüne bakmaktan utanacaklardı.” (s170)
“Gemi böyle giderken güvertelerin üzerine deniz suyu ve –ayaklar kaymasın diye de- kum döküldü.” (s173)
“Korsan gemisinde mehter susmuştu. Çünkü mehteri çalanlar, elde silah çarpışıyorlardı.” (s177)
“Hemen o anda korsan adetlerine uyularak İskender’e kırlangıç reisliği ve Uluç Ali’ye de kırlangıçta topçubaşılık töreni yapıldı.” (s226)
“’Havada kafir var’ korsan dilinde, yakın mesafede muhtemel bir av, bir düşman gemisi var demektir.” ( s227 )
“Genellikle savaşa hazırlanma işareti davul çalınarak verilirdi.” (s232)
“Zaten korsanlar, pek darda kalmayınca piştova davranmazlardı; ekseriya onları, bir son çare olmak üzere kuşaklarına sokulu bırakırlardı. Korsanlara göre savaş denilen oyun, silahların sultanı, kısa ve geniş yalın denizci palası, veya kısa denizci yatağanıyla oynanırdı.” (s243)
“Korsanlar, bugün yaptıkları gibi, her ne zaman şehre akın ederlerse konfesiyonal (günahların itiraf edildiği kafesli yer) hiç olmazsa bir ay için, akşama kadar, arı kovanı gibi dolar, boşanır. Gelenlerin hepsi de kadındır; hepsinin de itiraf ettikleri günahlar aynı günahtır. Mesela, korsanlar geldi, -Allah belalarını versingelirler a. Sonra bu herifler erkek. Eh olurlar a. Zaten insan dediğin ya erkek, ya kadın olur- dilim söylemeye varmıyor; nelerin olup bittiğini sen anlıyorsun değil mi?” (s245)
“Fransa’nın, İspanya’nın, İtalya’nın Akdeniz kıyılarında Yakınşark’ın çok badem gözlülerine rastgelinir. Akdeniz ırkları çok karışmıştır. Fakat bu hale asıl Yakınşark korsanlarının sebebiyet vermiş olduklarına dair kuvvetli vesikalar vardır.” (s246)
“Uluç Ali ‘Taksimli ateş’ diye icad ettiği bir tarzını tatbik ediyordu. Yani her top, düşman gemisinin muayyen bir noktasını hedef seçiyordu.” (s271)
“Korsanlar, Sen-Jan şövalyeleri ve yeniçeriler gibi, kendilerini dini bir teşekkülün üyeleri saydıkları için derviş usulüyle, yeni sağ ellerini göğüslerine ve yüreklerinin üzerine koyarak ve eğilerek selam verirlerdi.” (s285)
“Uluç Ali, her korsan gibi, iş dışında bulduğu her yarım saat veya çeyrek saatlik bir vakit süresinde bir şekerleme kestirebilirdi.” (s289)
“Kadınlara ve silahsız olanlara saldırmayız.” (s305)
“O zamanki savaş kanunlarına göre kendi sularında yakalanan silahsız tüccar gemilerinde bulunanlara yapılabilecek en ağır muamele onları esir etmekti. Onları öldürmek cinayet sayılırdı.” (s343)
“Kızla nikahlarının kıyılmasını istedi. Odabaşı da nikahı kıydı. Haber gemide duyulunca korsanlar toplanarak üç kere gülbank çektiler.” (s352)
“O zamanın deniz töresine göre hareket ederek birbirini top tüfek ateşi ile karşıladılar. Turgut ve Uluç Ali filosunun törene ait manevralarda gösterdiği hız, ustalık ve düzen resmi donanma denizcilerine parmak ısırttı.” (s370)
“O zaman denizlerde töre olduğu üzere yabancı gemi Turgut Reis’in savaş gemisine rasgelince yelkenlerini stinga etmesi ve orsaalabandaya pruva çevirerek savaş gemisinin süvarisini münasip bir hediye ile ziyaret etmesi lazımdı.” (s371)
“Türk siperleri bir Türk icadı olan toprak yürütmek, yani kaza kaza yanaşmak suretiyle” (s383)
“Ve belki de deniz tarihinde bir misline daha rast gelinmeyecek bir keşif hareketi yapmıştır. Düşman limanına girmiş ve gemileri bir bir saymış ve teknelerin de çeşidini tespit etmiştir.” (s420)
“Denizde Türklerle karşılaşmak deliliktir. Denizde onu yenmek mümkün değildir.” (s422)
“Yalnız yeniçerilerde tüfek vardı, öteki savaşçılar uzaktan yakından balta, pala ve yatağan kullanıyorlardı.” (s424)
“Bütün deniz subayları selsirenin tiz ötüşüyle, titreyişiyle, davudi bir ses çıkarışıyla emirlerini verirlerdi.” (s439)
“Türklerin Akdeniz egemenliğini ancak büyük bir zeka ve cesarete sahip olan korsanlar kurmuştu. Bu korsanlar yüzyıllarca sonra Avrupalılara ve özellikle İngilizlere örnek olmuşlardı.” (s446)
“Deryada küffar donanmasına rastgelinse bizim donanma Rumeli veyahut Anadolu sahillerine yakın düşman donanması açıkta olsa, çatmaya heves etmemelidir, görmemezliğe gelerek geçip gitmelidir. Fakat bizim donanma açıkta düşman kenarda olursa veya bir iki donanma enginde olursa düşmana çatmak caizdir.” (s447)

*Kliring:
“On beşinci asrın başından on sekizinci asrın sonlarına kadar, esirler için kurulmuş kliring müesseselerinin en büyükleri Amsterdam’da idi. Bütün devletlerin korsanları vardı.” (s122)

*Korsanların savaş/sosyal coşkularını göstermek için ‘gülbank’ çekmelerini okumak bende hoş bir duygu bırakıyor, coşkularını hissediyorum:
“Piştov tarrakaları ve çelik şakırtılarıyla beraber göklere korsanların gülbankları (savaş nidaları) yükseldi.” (s144)
“Korsanlar, yukarıya tırmanırken gök kubbesini sarsan bir gülbank çektiler.” (s250)
“Gemiden bir gülbank nidasıdır yükseldi.” (s293)
“Düşman güvertesine hırıldayan ve gülbank çekerek gürüldeyen kalabalık bir insan seli aktı.” (s345)
“Yeniçeriler hücumlarından önce gülbank çekiyorlardı.” (s389)
“Türk donanmasındaki yeniçerilerin Hacı Bektaş gülbangı duyuldu.” (s415)

*Gülbank gibi Heyamola da insanı neşelendirip, takım ruhunu canlı tutuyor:
“Demir kaldırılırken, gemiler karaya çekilirken koro halinde söylenen ‘heyamola’ların söyleyeni oydu.” (s45)
“Korsandılar. İçlerinden kabaran sevinç, bir deniz zaferi sonunda uzaktan duyulan gülbanklar gibi içlerinde homurduyordu. Dayanamadılar! İçlerindeki sevinç türküsü fırlayıp boşandı. Bütün berkende halkı, bir heyamola (eyyam ola!) tutturdu.” (s169)

*Dilbilim:
-Di Levante: Venedikliler onlara ‘doğudan’ anlamına gelen ‘di levante’ derlerdi. Levent tabiri bundan galattı. (s155)
-Ole!: Ole nidası raksederken Arap kızlarının Allah! Diye çağırmalarından kalmadır. (s188)
-Oto da fe: Engizisyon tarafından kafirlerin yakılmaları merasimine denir. (s189)
-İtalyan atasözü: “Che isa Francia O Spenin basta che si mangia” (elverir ki yiyecek ekmek olsun, isterse Fransa, isterse İspanya bize hakim olsun) (s21)
-İspanyolca: “Vive guin?” (s217)
         “Alesta! Tiramola!” (s220)
         “Abajo, abajo!” (s346)
         “Madre mia!” (s350)
-Köftehor: “Karısı tarafından kendisine boynuz takılmasına aldırmayan erkeğe derlerdi.” (s465)
-Sözler: “Çoğalacağım” hamileliği ifade ediyor:
“Çoğalacağım, sen şu develere bak!” ( s17 )
              “Ruhi akıntı”
“Biraz önceden beri çocuğun ve ona bakanların gözleri arasında ruhi bir akıntı gidip gelmişti.” (s43)

*Kitapta geçen şiirler:
“Murat Reisin gemileri seksen direkli,
 İçinde tayfalar, korsanlar aslan yürekli,
 Enginden bir kuş geldi, kondu ay gemiye, serene,
 Beş Mısır hazinesi vereyim görene.
 Murat Reisin gemileri çamdır, dayanmaz.
 İçinde tayfalar ağalar uyur, uyanmaz.” (s45)

“Atılsın toplar ve kurşunlar, çekilsin oklar bir bir!
 Bezensin, kızıl kesilsin düşman kanıyle derya.
 Duralım kahraman gibi düşmana karşı hışmiyle
 Olup ateş saçan gemilerimiz tıpkı ejderha
 Tam altmış sene bezm-i vegada olduk amade,
Yine amadeyiz cenge Neriman ile biperva
Eğerce sureta piriz ve lakin bezmü rezm içre,
Şu cenge görmüşüz kim görmemiştir dide-i derya” (s45)

*İşkence:
“Teslim edilecek esirlerin ilk önce işkence edilerek ve burnu kulağı kesilerek hepsinin öldürüldükleri öğrenildi. Bu işkenceleri Bragadino emrettiği için, aynı işkenceler ona yapılarak adam idam edildi.” (s412)

*Preveze Deniz Savaşı’nın savaş tarihindeki önemi:
“Siftah olarak Preveze savaşında ateşli silahlar kullanılarak, savaş gemileri bir deniz harbinin gerekli parçası oldular.” (s335)

*Zamanın kum saatiyle ölçülmesi:
“Yoldaşlara yarım kum saati izin veriyorum.” (s297)
“Uluç Ali elinde kum saati olarak gemilerin ne kadar zamanda savaşa hazırlandığını tespit ediyordu.” (s463)

*Protokol:
“Şarlken’in elini uzatması ve Dorya’nın da uzatılan eli öpmesi gerekti.” (s278)

*Savaş istatistikleri:
“Andrea Dorya altı yüz savaş teknesini kumanda ediyordu.” (s325)
“Tarihin en büyük deniz savaşlarından biri başlamak üzereydi.” (s326)
“Keşif filosu – Don Juan di Kadrona – 7 gemi,
 Öncü filosu – Jan Dorya kumandasında – 52 gemi,
 Merkez filosu – Don Juan d’Otris – 64 gemi,
 Artçı filo – Agostino Barbarigo – 46 gemi,
 İhtiyat filosu – Don Alvarado Bazan – 37 gemi.” (s431)

*Tiyatro:
“Tiyatrolarda perde arkasında vurulan üç sopa darbesi, piyesin başlayacağına işarettir.” (s329)

*Kürek çekmeye mahkum olanlar:
“Para cezası görenler veyahut şu kadar sopa yemeye mahkum olanlar da para vereceklerine veyahut kötek yiyeceklerine kürek çekmeyi tercih ediyorlardı.” (s323)

*Lepanto Savaşı:
Türkçe’de “İnebahtı” olarak bilinir. (s432)

*Denizde Türklerle savaşma korkusu:
“Denizde Türklerle karşılaşmak deliliktir. Denizde onu yenmek mümkün değildir.” (s422)

*Yazar diğer kitaplarında olduğu gibi inanılmaz bir yaratıcılıkla ‘doğa seslerini’ önümüze getiriyor:
-Çatır çutur (s13)
-Çatır çatır (s56)
-Pat pat (s30)
-Şıpır şıpır (s43)
-Cık (s46)
-Cık cık (s46)
-Güm güm (s47, 88, 161, 220, 275)
-Cayır cayır (s47, 106, 186, 237, 279, 357, 430)
-Şak şak (s50)
-Cıııız…zzz (s63)
-Cart curt (s63)
-Fışıldata fışıldata (s65)
-Zangır zangır (s69, 102, 345, 474)
-Zıp zıp (s69)
-Ciyak ciyak (s69, 178)
-Güldür güldür (s74)
-Çat (s78)
-Küt (s78)
-Fışıyu…fışıyu (s81)
-Tıs (s100, 118)
-Fi…i…şş (s116)
-Güm…fi…ş, güm! Fıı…şşşş (s116)
-Paldır küldür (s117, 311)
-Çimdik çimdik (s118)
-Brugr! Bugurg! (s124)
-Ki….r hu…urru (s129)
-Diling! Dlung! (s145)
-Pır pır (s145)
-Cız! (s147)
-Cııız! (s148)
-Püf (s151)
-Çıt (s151, 167)
-Tık! Tak! (s156, 166)
-Ss…ıss, s…ıss! (s169)
-Cız…z..zzz! (s183)
-Çil çil çıngıldayıp (s190)
-Gıcırdata gıcırdata (s200)
-Gürül gürül (s201, 355, 427)
-Şapıl şupul (s203)
-Sıssstt (s204)
-Cıyık! (s212)
-Şapır şupur (s214)
-Takırtı tukurtu (s216)
-Fişuuuf fişuu (s237)
-Cızır cızır (s244)
-Şrak şrak (s258)
-Tintin (s261)
-Şişşş! Şııışşş! (s261)
-Vıngıldamıştı (s265)
-Gürr! (s268, 355)
-Bangır bangır (s276, 427)
-Tırak! Tırak! (s280)
-Pat pat! (s280, 281)
-Şişşş (s280)
-Şak, şuk! (s298)
-Pııırt! Puu….rrt! (s299)
-Şırrak! (s301, 470)
-Zıngır zıngır (s314)
-Çın çın (s316)
-Zır zır (s320)
-Çatır çutur (s333)
-Mır mır (s346)
-Fırıl fırıl (s355)
-Gırr…rr! (s402)
-Çatır çatır (s454)
-Patpat (s464)




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder