23 Ocak 2014 Perşembe

Oscar Wilde - Dorian Gray'in Portresi



Okuduğum Tarih : Ocak 2014

            Oscar Wilde’nin okuduğum ilk eseri. Çok çok beğendim. Wilde’in hayat üzerine görüşleri adeta bir filozofun eseri gibi. Bir çok konuda değerli ve düşündürücü fikirleri mevcut. Çoğundan etkilendim.
            Bu eser genç kalmak isteyen bir insanın ruhunu şeytana satıp sonra bunu canıyla ödemesini ifade ediyor. Bu konu dünya edebiyatı klasiklerinde sık işlenen bir konu.
            Ressam Basil Hallward kendisine bir süredir modellik yapan olağanüstü yakışıklı Dorian Gray’in portresini bitirir ve hem ona hem de yakın arkadaşı Lord Henry’e gösterir. Lord Henry bir yandan yeni tanıştığı Dorian’dan çok hoşlanır ve onu keskin zeka ve gözlemci ruhuyla etkilemek Dorian’ın ruhuna nüfuz etmek ister.
            Dorian portreyi görünce resimdeki güzelliğinin harikulade bir şekilde resmedilmesinden endişeye kapılır ve bir dilekte bulunur: Resimle yer değiştirsin, kendisi hep yakışıklı kalsın ama resim çirkinleşsin. Bu uğurda ruhunu bile satabileceğini söyler arkadaşlarına.
            Basil portreyi Dorian’a hediye eder ve şimdiye kadar yaptığı en iyi sanat eseri olduğunu söyler.
            Lord Henry ile Dorian arkadaş olurlar ve Basil’den zamanla uzaklaşırlar.
            Dorian bir süre sonra küçük bir tiyatroda oyuncu olan güzel Sibyl Vane’e aşık olur. Bunda Sibyl’in tiyatro yeteneğinin de payı büyüktür.
            Sibyl, Dorian’ın ismini bilmediği için onu Tatlı Prens olarak çağırmaktadır. Dorian onunla evlenmeye karar verir. Sibyl’in abisi ise (James) kız kardeşine bir şey olmasından endişelidir. Kendisi gemici olarak uzun bir yolculuğa çıkacağından kız kardeşini gereği gibi koruyamayacağını düşünmektedir. Kız kardeşine bir zarar gelirse zarar vereni öldüreceğini açıklar annelerine.
            Dorian hem sevgilisiyle tanışmaları hem de sahnede izlemeleri için Basil ve Lord Henry’i oyuna davet eder. Sibyl ilk kez o gece çok soğuk bir tavırla ve önemsemeden öyle kötü bir performans sergiler ki üç arkadaş şok olurlar. Dorian da büyük bir hayal kırıklığıyla soyunma odasına gittiğinde Sibyl ona ilk kez Dorian’a duyduğu aşkın hisleriyle isteyerek tiyatroyu dışladığını anlatır. Ancak Dorian onu dinlemeyerek aşkının bittiğini söyleyip onu terk ettikten sonra evine gider.
            Dorian evine dönüp de portresine baktığında gördüklerine inanamaz. Portrede kendi ağzının duruşunda zalim bir ifade oluşmuştur. Sabah uyanıp da bir daha baktığında aynı şeyi gördüğünde paniğe kapılır ve portreyi kendisinden başka kimsenin görmemesi için saklar.
            Lord Henry gelip de Sibyl’in intihar ettiğini söyleyince Dorian şok olur başta ama sonra umursamaz. Basil de Dorian’ı daha sonra ziyaret edip ona portresini yaparken aslında kendi ruhunu, benliğini de kattığını ve bunun da Dorian’a duyduğu sevgiden kaynaklandığını anlatır. Dorian bu itirafla Basil’in kendisine karşı hissettiği aşkı duyumsar. Romanda homoseksüelliğin yerli yersiz belirtildiği tek yer (s.144,145,148).
            Gün geçtikçe portredeki Dorian daha da çirkinleştiği ve ifadesi de zalimleştiği için sonunda Dorian portreyi evin üst katında bulunan küçüklüğünde kendisini sevmeyen rahmetli dedesinin eski püskü eşyaların bırakıldığı tozlu odaya kaldırır ve kapıyı kilitli tutar.
            Dorian Lord Henry’nin kendisine hediye ettiği kitabı okuyor ve çok etkileniyor, ruhu bu kitapla daha da çürüyor, eser adeta şeytanın kitabı gibi (s.158,159,160,183).
            Aradan 18 yıl geçiyor. Dorian iyice karanlık bir tip olmuştur, insanlara yalnızca uğursuzluk getirmiştir. Çok değişik ilgi alanları edinmiştir. Parfüm, müzik, mücevherler, işlemeler, kıyafetler gibi. Portresi’ de gün geçtikçe çirkinleşmiştir.
            Bir gece evine Basil gelir ve bütün bu skandallara karşı Dorian’ın korunma sağlaması gerektiğini söyler ona. Bunun üzerine kızan Dorian ilk kez birisine, Basil’e portreyi dedesinin odasında gösteriyor. Basil şok oluyor. Dorian da bulduğu bir aletle Basil’in arkası dönükken ona saldırıp onu öldürüyor. Sonra da tıp bilim adamı arkadaşı Alan’i çağırıp onu da bir gizini açıklamakla tehdit ederek (homoseksüellik olabilir, belki ikisinin önceden bir ilişkisi vardı ya da başka bir şey) cesetten kurtulmak için yardım etmesini istiyor. O da mecburen kezzapla cesedi imha ediyor. Basil den kimse haber alamadığı gibi polis de çözemez olayı.
            Dorian izbe yerlere gidip kaçak afyon alırken bir gece bir barda birisinin kendisine Tatlı Prens diye hitabını o sırada tesadüfen orada bulunan denizci James Vane (Sybil’in abisi) duyunca yıllardır aradığı kız kardeşinin katilini bulduğunu düşünerek Dorian’ı barın dışında yakalayıp tam öldürecekken Dorian yüzünü göstererek kurtulur. Çünkü yüzü halen 18 yıl önceki halidir. Neredeyse çocuk yüzlü bir adamın 18 yıl önceki Tatlı Prens olması imkansız gözükmektedir. Adam duraklayınca Dorian kaçar, bir bar kadını ise James’e yaptığı yanlışlığı aktarır.
Bundan sonra Dorian ölüm korkusu ile yaşamaya başlar. Her yerde James’i gördüğünü zannetmektedir. Lord Henry ve avcı bir tanıdıkları olan Geoffrey Cloustan ile bir gün beraberlerken Cloustan bir tavşanı avlayayım derken yanlışlıkla bir adamı vurur. Dorian adamın James Vane olduğunu görünce kaderin bu oyununa minnet duyup çok rahatlar. Bunun kendisi için bir işaret olduğunu düşünüp karar verir ki, artık insanlara kötülük yapmayacak. Hatta genç bir kızla yatmayıp da onu lekelemediği için ruhunda bir temizlik nüksettiğini düşünür. Bunun etkilerini görmek umuduyla evine gelip de portresine baktığında ise hiçbir şeyin değişmediğini sonsuza dek lanetlendiğini anlayınca artık son perdeyi oynayıp resmi imha etmeye karar verir ve resmin ortasına bıçağı var gücüyle saplar. O anda evden tüyler ürpertici bir çığlık duyuluyor. Gelenler kapıyı kırıp bakıyorlar ki yerde yüzü kırış kırış olan yaşlı ve iğrenç yüzlü bir adam yüreğine saplanmış bir bıçakla yatmaktayken karşısında ise olağanüstü güzellikteki genç bir adamın portresi durmaktadır. Ancak bol kullanmaktan hoşlandığı parmaklarındaki yüzüklerinden teşhis edebiliyorlar Dorian Gray’i.
GÖZLEMLERİM:
*Sanatçı:
Sanatçı güzel şeyler yaratandır. (s9)
*Londra:
“Londra’nın hafif uğultusu uzaktaki bir org melodisinin pes sedasını andırıyordu.” (s11)

“Londra bir gün senin dediğin gibi; iğrenç günahkarları ve şahane günahlarıyla bizim bu gri, canavar Londra’mız, herhalde bana sunacak bir şeyler saklıyordu.” (s67)

“Londra’mız buna benzer garip sahneler yönünden çok zengin doğrusu.” (s264)

*Wilde müthiş zeki bir yorumcu, kara mizah, ince mizah yaparak yamanın her evresiyle ilgili ‘nüktelerini’, ‘gözlemlerini’ okuyucuya Lord Henry aracılığıyla veya anlatıcı olarak aktarıyor. Keskin zekasından çok etkilendim.

*Dedikodu:
“Şu dünyada, dillerde gezmekten daha kötü bir şey varsa o da dillerde gezmemektir.” (s12)

*Portre:
“Hissedilerek çizilmiş her portre ressamın bir portresidir, modelin değil. Modelin orada bulunması yalnızca resmin yapılmasına yol açan rastlantı, bahanedir.” (s16)

“Portrede benim öz benliğimden çok şey var, Harry, gereğinden çok!”

“Gerçi benden bir ay daha genç diye kıskanıyorum ama itiraf etmeliyim ki bayılıyorum bu portreye.” (s75)

*Resim yapmak:
“Bu resmi sergilemekten kaçınmamın nedeni şu ki resimde kendi ruhumun gizini ele vermiş olmaktan korkuyorum.” (s16)

“Çok doğrudur, ben çalışırken hiç konuşmam, söylenenleri de dinlemem. Zavallı modellerim için müthiş sıkıcı olsa gerek. Yalvarırım kal.” (s29)

“Hallward fırçasının o şahane, cüretli vuruşlarıyla çalışıp duruyordu. Bu fırça vuruşları hiç değilse sanatta yalnızca güçten doğan o gerçek olgunluğa, o kusursuz inceliğe sahipti.” (s32-33)

“Ressamın kendi ruhunda harikulade bir göz açılmıştı ve harikulade şeyler ancak bu göze gözükür. Böylece eşyanın en basit çizgileriyle örnekleri incelenip yücelerek simgesel bir değer kazanmıştı.” (s53)

“Bildiğim şu ki bu portre üzerinde çalışırken beliren her boya zerresi, her renk tonu benim gizimi ortaya serer gibiydi.” (s145)

*Sanatçı:
“Bilirsin ya , biz zavallı sanatçılar arada bir sosyete saflarında boy göstermek zorundayızdır, salt herkese birer yabani olmadığımızı anımsatmak için.” (s17)

“Sanatçı dediğin güzel şeyler yaratmalı, ama bunlara kendi özel yaşamından hiçbir şey katmamalı.” (s23)

“Sevgili çocuk, Basil kişiliğindeki tüm sevimli yönleri uğraşına aktarır. Sonuç olarak da yaşamı için kala kala önyargıları, ilkeleri, bir de sağduyusu kalır.” (s75)
“İyi sanatçılar yalnızca ürünlerinde var olurlar, bunun sonucu olarak da kişilikleri silik kalır. Büyük şair, gerçekten büyük olan şair, tüm yaratıkların içinde şiirden en uzak olanıdır.” (s76)

“Ruh ve beden, bedenle ruh: Nasıl da gizemliydiler! Ruh hayvanlaşabiliyor, beden de sırasında ruh kesiliyordu.” (s78)

*Vicdan:
“Vicdan ve ödleklik aslında aynı şeydir, Basil. Vicdan şirketin piyasada bilinen adıdır, hepsi bu.” (s17)

*Açık artırma:
“Zaten açık artırma çığırtkanları sattıkları mala ne gözle bakarsa, Leydi Brandon da konuklarına öyle davranır. Onları ya bir açıklamayla temelli ortadan siler ya da haklarındaki her şeyi ortaya döker, insanın öğrenmek istediği dışında her şeyi.” (s19)

*Düşman:
“Kişi düşmanını seçerken ne denli dikkatli olsa azdır. Benim bir tane bile aptal düşmanım yoktur. Tüm düşmanlarımın zihinsel melekeleri güçlüdür, bu yüzden de benim değerimi bilirler.” (s19,20)

*İnsan kusurları:
“Gene de akrabalarımdan nefret etmemek elimde değil. Kendimizdeki kusurları başkalarında görmeye hiçbirimiz dayanamayız da ondan olsa gerek.” (s20)

*Fikir:
“Kişi gerçek bir İngilize bir fikir yürüttüğü zaman… Ki zaten tehlikeli iştir ya… Fikrinin doğrumu yanlış mı olduğunu düşünmeyi aklından bile geçirmez. Önemli saydığı tek şey bu fikre kendinin inanıp inanmadığıdır. Şimdi, bir fikrin değeri ile bunu ileri süren kişinin içtenliği arasında hiçbir bağlantı yoktur. Doğrusunu istersen, büyük bir olasılıkla, kişi ne kadar içtenlikten uzaksa, ileri sürdüğü fikir de o oranda saf bir zihinsel değer taşıyacaktır, çünkü o kişinin ihtiyaçlarının, arzularının ve de önyargılarının rengini kapmamış olacaktır.” (s20,21)

*Sanat:
“Sanatın ifade edemeyeceği hiçbir şey yoktur.” (s21)

“Sanatın eylem üzerinde etkisi yoktur.” (s268)

*Aşk:
“Aşkta sadık olanlar aşkın yalnızca uçarı yönlerini bilirler; aşkın trajedilerini bilenlerse vefasızdırlar.” (s25)

“Aşk bile salt fizyolojik bir sorundur. Bizim öz irademizle hiç ilişiği yoktur. Gençler sadık kalmak isterler; kalamazlar; yaşlılar sadakatsizlik etmek isterler, edemezler. Söylenecek söz bundan ibaret.” (s44)

“Sevgili yavrum, ömürlerinde tek bir kez sevenlerdir asıl sığ olanlar.” (s68)

“İnsan aşık olduğu zaman hep kendi kendini aldatmakla işe başlar, başkalarını aldatmakla sona erdirir.” (s71)

“Onu görebilmek için acıkıyorum sanki. Hele o fildişi bedende gizli olan harikulade ruhu düşündükçe sanki huşu duyuyorum.” (s73)

“Tutkusunun zindanı içinde özgürdü. Kendi masal şehzadesi, Tatlı Prens şimdi yanı başındaydı. Sibyl, prensini yanı başında canlandırsın diye belleğe başvurmuştu. Bellek de prensi alıp ona getirmişti. Prensin öpüşü genç kızın dudaklarını yakıyordu gene. Soluğu kızın göz kapaklarının üstünde sıcacıktı.” (s81)

“Gönlündeki aşk dudaklarında kahkaha olup titreşiyordu.” (s86)

“Aşık olmak demek insanın kendi kendini aşması demek.” (s89)

“Sonra sen geldin, benim güzel sevgilim… Ruhumu zindanından kurtardın sen.” (s111)

*Etkilemek:
“İnsanın birini etkilemesi demek ona kendi ruhunu vermesi demektir de ondan.” (s30)

“Kişinin yarattığı her etki kişiye bir düşman kazandırır. Toplumda gözde olmak için orta karar olmak gerekir.” (s243)

*Yaşam:
“Yaşamanın amacı kişinin kendini geliştirmesidir.” (s30)

*Korku:
“Toplum korkusu ki ahlakın temelidir, bir de dinin püf noktası olan Tanrı korkusu: Bizi yöneten iki şey işte bunlar.” (s30)

“Hepimiz başkalarına iyilik kondurmayı severiz, çünkü hepimiz de kendi kellemizden korkarız. İyimserliğin temeli katıksız korkudur.” (s97)

*Şeytan:
“Şeytandan kurtulmanın tek yolu şeytana uymaktır.” (s31)

*Güzellik:
“Güzellik de bir tür dehadır, hatta dehadan daha yücedir çünkü açıklama gerektirmez.” (s35)

*Deha:
“Güzellik de bir tür dehadır, hatta dehadan daha yücedir çünkü açıklama gerektirmez.” (s35)

*Mantık:
“İnsana mantıklı hayvan, tanımını yakıştıran kimdi acaba? Dünyanın en zamansız aceleyle yakıştırılmış tanımı bu. İnsanoğlu şöyle ya da böyle olabilir, gelgelelim mantıklı değildir.” (s42)


*Kıyafet:
“Lord Henry dalgın dalgın, “Evet,” diye yanıtladı. “On dokuzuncu yüzyılın kılığı gerçekten iğrenç. Öylesine iç karartıcı, öyle karamsar ki!” (s43)

*Sadakat:
“Aşk bile salt fizyolojik bir sorundur. Bizim öz irademizle hiç ilişiği yoktur. Gençler sadık kalmak isterler; kalamazlar; yaşlılar sadakatsizlik etmek isterler, edemezler. Söylenecek söz bundan ibaret.” (s44)

*İngiliz – Amerikalı :
“İngiliz kadınları geçmişlerini saklamakta nasıl ustaysalar, Amerikalı kızlar da ana  babalarını saklamakta o denli kurnaz oluyorlar.” (s50)

*Amerikalılar:
 “Diyorlar ki iyi Amerikalılar ölünce Paris’e giderlermiş.” (s55)

“Amerikalılar son derece ilginç bir halk. Tümden akılcı kişiler.” (s56)

*Gerçek:
“Gerçeğe giden yol çelişkiden geçer. Gerçeği sınamak istiyorsak ilkin cambazın ipi üstünde görmemiz gerekir. Doğruları ancak cambazlaştıkları zaman ölçüye vurabiliriz.” (s56)

*Acı:
“Çağımızın acıya karşı gösterdiği yakınlıkta son derece hastalıklı bir şeyler var.” (s57)

*Romantizm:
“Romantizm denen şeyi canlı tutan yinelenmektir; yinelenmek de bir iştahı sanata dönüştürür.” (s243)

*Gençlik:
“Eski günlerinizde yaptığınız büyük bir hata anımsayabiliyor musunuz, düşes? diye sordu. Korkarım pek çok! Lord Henry, Öyleyse bunları yeniden yapın, diye ciddilikle yanıtladı. İnsanın gençliğini yeniden kazanabilmesi için çılgınlıklarını yinelemesi yeterlidir.” (s58)

“Ne var ki gençlik hiç neden olmadan da gülümser. Onun en çekici yönlerinden biridir bu.” (s202)

*Hata:
“İnsanın pişman olmadığı tek şey hatalarıdır.” (s58)

*Makyaj:
“Şimdi görüyorum ki iki tür kadın var, renkli ve renksiz.” (s66)

“Genç görünmek çabasıyla boyanırlar. Ninelerimiz parlak konuşmalar yapabilmek çabasıyla boyanırlardı.” (s66)



*Şair:
“İyi sanatçılar yalnızca ürünlerinde var olurlar, bunun sonucu olarak da kişilikleri silik kalır. Büyük şair, gerçekten büyük olan şair, tüm yaratıkların içinde şiirden en uzak olanıdır.” (s76)

“Ötekilerse, yani gerçek şairler hayatta gerçekleştirmeyi göze alamadıklarını şiir olarak yazarlar.” (s76)

*Edebiyat:
“Yazın sanatı tutkularla ve zihinle doğrudan doğruya haşır neşirdir.” (s77)

“Romanlarda kullanabiliriz bu duyguları. Ama zaten romanlarda kullandığımız şeyler gerçek yaşamda kullanmadığımız şeyler değil midir?” (s102)

“Çok şık giyindiği zamanlarda da kötü bir Fransız romanının de luxe basımını andırıyor.” (s220)

*Deneyim:
“Deneyim denen şey etik yönden bir değer taşımıyordu. İnsanların hatalarına verdikleri bir addan ibaretti.” (s78)

*Günah:
“Şu var ki deneyimde itici güç yoktur. Oynadığı etkin rol vicdanın rolü kadar önemsizdi. Ortaya koyduğu tek gerçek, geleceğimizin de geçmişimize eş olacağıydı; bundan önce bir kez, tiksinerek işlediğimiz günahı bundan böyle birçok kez işleyecektik, hem de seve seve.” (s78)

“Güzel günahlar da, güzel nesneler gibi, zenginlerin harcıdır.” (s102)

*Tiyatro oyunculuğu:
“Sonra tiyatro oyuncularında ikinci huy olup çıkan o yapay jestlerden biriyle onu kucaklayıp bağrına bastı.” (s82)

“Bilsen nasıl oynayacağım Juliet’i! Jim, bir düşünsene, aşık olmak ve Juliet’i oynamak!” (s89)

“Tiyatro oyunculuğuna bayılırım. Gerçek yaşamdan çok daha sahicidir.” (s104)

*İyilik:
“Hepimiz başkalarına iyilik kondurmayı severiz, çünkü hepimiz de kendi kellemizden korkarız. İyimserliğin temeli katıksız korkudur.” (s97)

“İyi insan olmak demek insanın kendi kendisiyle uyum içinde olması demektir,” dedi.

“Uyumsuzluk da insanın başkalarıyla uyum içinde olmaya zorlanması demektir.” (s101)

*Ahlak:
“Çağdaş ahlak çağın ölçüsünü benimsemekten ibarettir. Bence herhangi bir kültürlü kişinin yaşadığı çağın ölçüsünü benimsemesi en kabasından bir ahlaksızlıktır.” (s102)

*İnsan:
“İlginç ve çekici olan topu topu iki tip insan vardır: Her şeyi bilenler, hiçbir şey bilmeyenler.” (s109)

*Venedik:
“Biraz sonra Venedik üstüne yazılmış olan o güzelim dörtlükleri buldu.” (s204)

*Çalışmak:
“Sabahleyin erkenden kalkıyorlar, çünkü yapacak pek çok işleri var; akşamleyin de erkenden yatıyorlar, çünkü düşünecek hiçbir şeyleri yok.” (s218)

*Skandal:
“Her skandalın dayanağı ahlakdışı bir güvendir.” (s253)

*Uygarlık:
“Kent dışında herkes uslu oturur. Baştan çıkarıcı bir şey yok ki orada. Kent dışında yaşayan kimselerin uygarlıktan iyice uzak olmaları da bu yüzdendir ya. Uygarlık, ulaşılması hiç de kolay olan bir şey değildir. Kişi ancak iki yoldan ulaşabilir uygarlığa. Biri kültürlü olmak, öbürü de ahlaksız olmak. Kent dışında yaşayanlar bunların ikisine de fırsat bulamadıkları için durgun sular gibi yosun tutup giderler.” (s258)

*Ruh romanın sık kullanılan bir teması:
“Bu resmi sergilemekten kaçınmamın nedeni şu ki resimde kendi ruhumun gizini ele vermiş olmaktan korkuyorum.” (s16)

“İnsanın birini etkilemesi demek ona kendi ruhunu vermesi demektir de ondan.” (s30)

“Ruhun acısını ancak duyular alır, nasıl ki duyuların acısını alabilecek tek şey de ruhtur.” (s33)

“Onu görebilmek için acıkıyorum sanki. Hele o fildişi bedende gizli olan harikulade ruhu düşündükçe sanki huşu duyuyorum.” (s73)

“Ruhu sığındığı gizli yerden çıkmış, arzu da onu yarı yolda karşılamıştı.” (s74)

“Sonra sen geldin, benim güzel sevgilim… Ruhumu zindanından kurtardın sen.” (s111)

“Bu portre onun için aynaların en sihirlisi olacaktı. Nasıl ilkin bedenini gözlerinin önüne sermişse şimdi de ruhunu gözlerinin önüne serecekti.” (s135)

“Ruhunun iğrenç çürüyüşünü ne diye seyretsin?” (s154)

“Kendi güzelliğine gitgide daha sevdalanıyor, ruhundaki çürümeyle gitgide daha yakından ilgileniyordu. Kırışmış alnının üstünü dağlayan, o dolgun, şehvetli ağzın kenarlarında oynaşan çizgileri sonsuz bir dikkatle ve ürkünç insanlık dışı bir kıvançla inceliyordu.” (s161)

“Benim ruhumun yüzü bu.” (s196)

“Ruh müthiş bir gerçek.  Alınıyor, satılıyor, takas edilebiliyor. Ruhu zehirlemek de, yüceleştirmek de olası. Hepimizin içinde bir ruh var. Ben biliyorum bunu.” (s265)

*Yazar sosyete temasıyla hem İngiliz halkına hem de evrensel olarak sosyete insanına yergide bulunuyor:
“Bilirsin ya, biz zavallı sanatçılar arada bir sosyete saflarında boy göstermek zorundayızdır, salt herkese birer yabani olmadığımızı anımsatmak için.” (s17)

“Lord Fermor kendini, aristokrasinin o şahane sanatını, yani tümüyle boş gezme sanatını ciddi olarak incelemeye adamıştı.” (s46)

“Ben de, siz sosyete züppeleri saat ikiden önce yataktan kalkmaz, beşten önce göze görünmezsiniz sanırdım.” (s47)

“Özel uşağı içeri girerek, akşam yemeği için giyinme zamanının geldiğini bildirdi.” (s79)

“Parka sadece sosyetik kişiler gidiyor.” (s84)

“Gene her zamanki gibi mevsim boyunca, sosyete gençlerinin başına yağmur gibi yağan kartvizitlerden, yemek çağrılarından, özel gösterim biletlerinden, yardımlaşma konserlerinin programlarından oluşma bir yığın.” (s119)

“Burada sosyeteye ilk adımını bir skandalla atmaya hiç gelmez. Skandalları saklayıp yaşlılığında ilgi çekici olmak için kullanacaksın.” (s125)

“İnsanın kendi sevgilisini yitirince başkasınınkini kapması. Kibar sosyetede bu, bir kadını her zaman temize çıkartır.” (s130)

“Kibar bayların yararlı bir iş yaptığını görmekten zerrece hoşlanmayan Mr. Hubbard’ın aşırı saygılı itirazlarına karşın Dorian arada onlara yardım etmek için elini uzatmak zorunda kalıyordu.” (s153)

“Sosyete en azından uygar toplumların sosyetesi, hem zengin hem çekici hem de ilginç olan kişiler aleyhinde söylenenlere inanmaya asla gönüllü olmaz.” (s178)

“Soylular almanağına göreyse on yıl, sanıyorum.” (s225)

*Dilbilim:
-Fransızca:
“Grande passion” (s67)
“les grand-peres ont toujours tort.” (s68)
“Madame, je suis tout joyeux” (s173)
“fleur de lys” (s174)
“du supplice encore mal lavee” (s204)
“monstre charmant” (s206)
“chaud-froid” (s219)
“decolletee” (s220)
“de luxe” (s220)
“trop de zele” (s221)
“Trop d’audace” (s221)
“Fin de siecle,” (s222)
“Fin du globe” (s222)

-Latince:
“arbiter elegantiarum” (s163)
“taedium vitae” (s181)

*Kişilik görünüş analizleri:
-Lord Henry:
“Sen durmadan değişen birisin.” (s24)

“Lord Henry’nin sesi de ne güzeldi.” (s30)

“Lord Henry’nin o alçak, uykulu sesinde insanı iyice büyüleyen bir şey vardı. O serin, beyaz, çiçeğe benzer elleri bile tuhaf bir çekicilikteydi.” (s34)

“Lord Henry bu fikirle oynadıkça daha da coşuyordu. Fikri havaya atıp değişime uğratıyor, elinden kaçmasına izin vermişken yeniden yakalıyor, fantezilerle süsleyip yanar dönerleştiriyor, üzerine çelişkiden kanatlar takıyordu.” (s58,59)

“Böylece o da kendi kendini mikroskop altına koyarak incelemekle işe başlamış, sonunda başkalarını didikleyip inceler olmuştu. İnsan yaşamı: Lord Henry’nin gözünde incelemeye değer olan tek şey buydu. Gerçi inceleyen kişi yaşamı acılarla sevinçlerin karışımıyla dolu olan deney tüpünün içinde gözlemlerken, yüzüne camdan maske takamıyor, zehirli buharların beyni etkileyerek imgelemin garip fanteziler, şekilsiz hayallerle zonklamasını engelleyemiyordu. Öylesine sinsi zehirler vardı ki; insanın onların niteliklerini ayırt edebilmesi için onlarla zehirlenmesi gerekti. Gene de bu inceleme en sonunda insana nasıl da şahane bir ödül veriyordu!” (s76,77)

“Lord Henry çok tehlikeli olmanın çekiciliğine sahipti. Öylesine aşırı zeki, aşırı alaycıydı ki insan onu sahiden sevemiyordu.” (s146)

“Tanıdığım herkes sizin çok hınzır olduğunuzu söylüyor, dedi.” (s221)

-Dorian Gray:
“Yüz yüze geldiğim bu insanın salt varlığı öylesine büyüleyiciydi ki, izin verirsem benim tüm benliğime, ruhuma, giderek sanatıma el koyabilirdi.” (s17)

“Dorian arada bir budalalık yapmaktan kaçınmayacak kadar akıllıdır, azizim Basil.” (s95)

“Dorian’da herkesin gönlünü çelen şeytan tüyü vardı.” (s152)

“Bu genç, bir an başını çevirip o kaba çizgili, alımsız yüzünde bir inanmazlıkla Dorian’a baktı. Ömründe böylesine harikulade birini görmemişti.” (s156)

“Dorian’ın canı istediğinde uyandırdığı o anlatılmaz çekim gücü.” (s206)

“Birçokları gibi onun gözünde de Dorian Gray dünyadaki şahane ve büyüleyici olan her şeyin simgesiydi.” (s207)

“İşte şeytanın satın aldığı adam!” (s234)

“Diyorlar ki yüzü güzel kalsın diye ruhunu şeytana satmış.” (s238)

“Başkalarını şeytansı etkilemiş ve bundan korkunç bir haz duymuştu.” (s271)

“Nasıl korkunç bir kibir ve tutku dakikasında yakarmıştı, geçen günlerin yükünü portresi taşısın da kendisi sonsuz gençliğin lekesiz görkemini koruyabilsin diye!” (s271)

-Basil Hallward:
“Çok doğrudur, ben çalışırken hiç konuşmam, söylenenleri de dinlemem. Zavallı modellerim için müthiş sıkıcı olsa gerek. Yalvarırım kal.” (s29)

“Sevgili çocuk, Basil kişiliğindeki tüm sevimli yönleri uğraşına aktırır. Sonuç olarak da yaşamı için kala kala önyargıları, ilkeleri, bir de sağduyusu kalır.” (s75)

*Lord Henry’nin romanda şeytanı temsil ettiğini düşünüyorum. Bir nevi Dorian’ı şeytanlıklar yapmaya iten Lord Henri’nin kışkırtmalarıdır.
“Lord Henry’nin o alçak, uykulu sesinde insanı iyice büyüleyen bir şey vardı. O serin, beyaz, çiçeğe benzer elleri bile tuhaf bir çekicilikteydi.” (s34)

“Lord Henry de Dorian Gray’e onu simgelemeye çalışacaktı. Ona egemen olmaya çalışacaktı, zaten yarı yarıya olmuştu bile, daha şimdiden. O güzelim ruhu kendine mal edecekti.” (s53)

“Anlatmamak elinde değil ki, Dorian. Ömür boyu yaptığın her şeyi bana anlatacaksın sen.” Evet, sanırım öyle olacak Henry. Her şeyi sana anlatmamak elimde değil. Tuhaf bir etkin var üzerimde.” (s70)

*Dostlar hakkında bilgi edinmek tabiri aklıma bugün bunun için sosyal medyayı kullanma imkanını aklıma getirdi (Facebook, Linkedin gibi).
“Yeni edindiğim dostlara ilişkin bilinecek ne varsa bilmek isterim oldum olası,” (s51)

*Romanda müzik-enstrumanlar kullanılarak yapılan romantik betimlemeler var:
“Onunla konuşmak nefis bir kemanı çalmaya benziyordu. Çocuk yayın her dokunuşuna, her çekilişine ses veriyordu.” (s52)

“Ya sesi! Ömrümde böyle ses duymamıştım ki ben! İlkin çok yavaş çıkıyordu, insanın kulağına sanki tane tane dökülen, derin, yumuşacık notalar. Sonra biraz daha yükselince bir flüte benzedi ya da uzaktan duyulan bir obua sesine.” (s69)

“Sonradan zaman zaman bir kemanın başıboş ihtirasıyla çınladığı oldu.” (s69)

“Bu kişilerden keman gibi ses alıyor o. Tinselleştiriyor onları.” (s106)

“Shakespeare’in müziğine daha zengin, daha kıvanç dolu bir seda veren bir saz.” (s131)

*Her edebiyatçı gibi kendi halkı olan İngilizler / İngiltere’ye karşı eleştirilerde bulunmaktan kaçınmamış yazar:
“Dünya halkları arasında edebiyatın güzelliğinden en az anlayan halk İngilizlerdir.” (s60)

“Aziz dostum, unutma ki bizler ikiyüzlülüğün anavatanı olan bir ülkede yaşıyoruz.” (s189)

“İngiltere’nin kötü yönleri olduğunu bilmez değilim. İngiliz toplum yapısı da temelden bozuk.” (s189)

“İngiltere’mizi bugünkü durumuna getiren, bira, İncil ve yedi ölümcül erdem olmuştur.” (s241)

“İngiliz toplumu konuştuğu konuyu üç aydan önce değiştirirse ya da buna ek, fazlalık bir konuyu ele alırsa, bunun zihinsel stresine dayanamaz! (s260)

“Londra’mız buna benzer garip sahneler yönünden çok zengin doğrusu.” (s264)

*İngiliz edebiyatına atıflar:
“Dünya halkları arasında edebiyatın güzelliğinden en az anlayan halk İngilizlerdir.” (s60)

“Altı buçuk ha! Ne tuhaf bir saat! Çay yerine et suyu içmek gibi bir şey ya da İngiliz romanı okumak.” (s75)

*Evlilik teması taşlamalardan nasibini alan önemli konulardan:
“Hiç evlenme, Dorian. Erkek, yorgun düştüğü için evlenir, kadın merak duyduğu için. İkisi de hayal kırıklığına uğrarlar.” (s65)

“Evlilikteki gerçek sakınca kişiyi evcil yapmasıdır. Evcil kişiler de renksiz olur. Bireysellikten yoksundurlar. Öte yandan evliliğin, tersine karmaşıklaştırdığı kişiler de vardır. Bu gibiler bencilliklerini korurlar da üstüne daha bir sürü başka benlikler eklerler. Birden çok yaşam sürmeye zorlanırlar. Daha iyi bir organizasyona kavuşurlar. Bana kalırsa bu, insanın varoluşunun amacıdır.” (s97)

“Erkekler kadınlara evlenme teklif etmez. Evlilik teklifi her zaman kadından gelir.” (s100)

“Bir kadının bir erkeği yola getirmesinin tek bir yolu vardır. Öyle canını sıkar ki, onu yaşamından tümüyle bezdirir.” (s127)

“Kadınların yeniden evlenmeleri ilk kocalarından nefret ettikleri içindir. Erkeklerin yeniden evlenmeleriyse ilk karılarına tapındıkları içindir. Kadınlar şanslarını denemek uğruna yaparlar bunu, erkeklerse şanslarını yitirmek pahasına.” (s222)

“İnsanlar mutlu evlilik konusunda nasıl da saçmalarlar! dedi. “Bir erkek herhangi bir kadınla mutlu olabilir, yeter ki onu sevmesin.” (s223)

“İngiliz toplumu konuştuğu konuyu üç aydan önce değiştirirse ya da buna ek, fazlalık bir konuyu ele alırsa, bunun zihinsel stresine dayanamaz!” (s260)


*Kadınlar da Wilde’ın sivri dilinden kurtulamamışlar:
“Kadınlar süs için yaratılmış bir cinstirler. Hiçbir zaman söyleyecek bir şeyleri yoktur, ama pek tatlı söylerler bunu. Kadınlar fiziğin zihin üstündeki yengisini simgelerler, nasıl ki erkekler de zihnin ahlak üstündeki yengisinin simgeleridir.” (s66)

“Sızlanmaya başladı. Kadınlar kendilerini saldırı yoluyla savunurlar, bazen de, ani, anlaşılmaz teslim oluşlarla da saldırıya geçerler.” (s84)

“Kadınlar olağanüstü pratiktirler, diye mırıldandı. Bizden çok daha pratik. Bu gibi durumlarda bizler evlilikten söz açmayı çok zaman unuturuz da onlar hep aklımıza getirirler.” (s100)

“Kadınlar bizde başyapıtlar yaratma isteği uyandırırlar, sonra da her keresinde buna engel olurlar.” (s103)

“Hem zaten kadınlar çile çekmeye erkeklerden daha yatkındılar. Duygularıyla beslenirdi onlar. Salt duygularını düşünürlerdi. El altında biri olsun, karşılıklı bir şeyler yaşayabilsinler diye sevgili edinirlerdi.” (s117)

“Bir kadının bir erkeği yola getirmesinin tek bir yolu vardır. Öyle canını sıkar ki, onu yaşamından tümüyle bezdirir.” (s127)

“Ah, kadının o müthiş belleği! Ne korkunç şeydir o!” (s129)

“İçgüdüleri olağanüstü ilkeldir onların.” (s130)

“Birilerinin dediği gibi biz kadınlar kulağımızla severiz, nasıl ki siz erkekler de gözünüzle seversiniz, yani severseniz eğer.” (s243)

*Romanda geçen şiirler:
“Aziz yolcu, haksızlık ediyorsun sen ellerine,
Çünkü ellerdedir Tanrı selamı.
Azizler elleriyle kutsarlar yolcuları,
Avucun avuca değmesidir bacıların öpüşü…” (s107)

“Biliyorsun, gecenin maskesi var yüzümde,
Yoksa genç kız pembesi boyardı yanağımı
Bu gece sana söylediğim sözler yüzünden…” (s108)

“Değişip duran renkler cümbüşünde
Göğüsleri ışıldayarak incilerle
Adriyatik Denizi’nin Venüs’ü
Pembe beyaz bedeniyle çıkar sulardan.
Kubbeler suların mavisinde yansır,
İzleyerek tertemiz bir duyuyu.
Bir aşk iç çekişiyle yükselen
Yuvarlak göğüsler gibi kabarır
Bir direğe palamarını bağlayarak
Sahile bıraktı beni kayık,
Mermer basamaklarında
Pembe cepheli bir biranın.” (s204)

“Bir hüznün resmi gibi,
Kalbi olmayan bir yüz.” (s264)

*Portreyle ilgili sahneler hem fantastik hem de çarpıcı ve gerilim yüklü:
“Sonunda gene döndü geldi, yaklaştı, portreyi inceledi. Krem renkli ipek güneşliklerden zar zor sızan loş ışıkta portrenin yüzü biraz değişmiş gibi geldi ona. İfade başka görünüyordu. Ağzın duruşunda hafif bir zalimlik olduğu söylenebilirdi. Tuhaf şeydi doğrusu.” (s116)

“Gel gör ki değişim gerçekti, vardı, oradaydı. Tuval üzerinde bir araya gelerek rengi ve formu oluşturan kimyasal atomlarla Dorian’ın içindeki ruh arasında gizli bir bağıntı mı vardı yoksa? Bu ruhun düşündüklerini o atomların kavrayabilmesi olası mıydı? Yoksa daha başka, daha müthiş bir neden mi vardı?” (s122)

“Demek Sibyl Vane’in ölüm haberini resim ondan önce almıştı. Dorian’ın hayatındaki olayları oldukları sırada öğreniyordu. Ağzın o güzel çizgisini çirkinleştiren gaddarlık, hiç kuşku yok, kızcağızın zehri içtiği anda belirmişti. Yoksa portre sonuçlara karşı kayıtsız mıydı? Ruhun içinde olup bitenleri mi kavrıyordu yalnızca?” (s133)

“Bu portre onun için aynaların en sihirlisi olacaktı. Nasıl ilkin bedeninin gözlerinin önüne sermişse şimdi de ruhunu gözlerinin önüne serecekti.” (s135)

“Portrenin kendince bir hayatı oluyor sanki.” (s147)

“Ruhunun iğrenç çürüyüşünü ne diye seyretsin?” (s154)

“Ama yok olacak şey değildi bu. Tuval üstündeki o şey saatten saate, haftadan haftaya yaşlanıyordu.” (s155)

“Kendi güzelliğine gitgide daha sevdalanıyor, ruhundaki çürümeyle gitgide daha yakından ilgileniyordu. Kırışmış alnın üstünü dağlayan, o dolgun, şehvetli ağzın kenarlarında oynaşan çizgileri sonsuz bir dikkatle ve ürkünç insanlık dışı bir kıvançla inceliyordu.” (s161)

“Kimi zaman portreye ve kendi kendine karşı içi tiksintiyle doluyordu.” (s176)

“O loş ışıkta tuvalden kendisine sırıtan iğrenç yüzü görünce ressamın dudaklarından bir dehşet ünlemi koptu. Bu yüzün ifadesinde içini tiksinti ve ürpermeyle dolduran bir şey vardı.” (s194)

“Sen benim gözümde öylesine bir idealdin ki daha asla bulamayacağım. Oysa bu bir iblisin yüzü.” (s196)

“Benim ruhumun yüzü bu.” (s196)

“Bunun gözleri şeytan gözü.” (s196)



“İçten içe depreşen bir tuhaf yaşamla günahın cüzam yaraları, resimdeki yüzü yavaş yavaş kemirmekteydi.” (s196)

“Nasıl korkunç bir kibir ve tutku dakikasında yakarmıştı, geçen günlerin yükünü portresi taşısın da kendisi sonsuz gençliğin lekesiz görkemini koruyabilsin diye!” (s271)

“Yalnızca gözlerde bir kurnazlık ifadesi ve ağızda ikiyüzlülüğün çizgisi vardı. Portre hala iğrençti hatta eskisinden daha bile iğrenç, eli lekeleyen o kızıl çiy taneleri de eskisinden daha canlı duruyor, yeni akmış kana eskisinden daha çok benziyordu.” (s273)

*Şeytan temasını işleyen arşivimin diğer kitapları:
-Faust [AAKA-800]
-Dr. Jeykll ve Mr. Hyde [AAKA-819]

-Zamanımızın Bir Kahramanı [AAKA-922]