Okuduğum Tarih : 31-10-2013
Buket Uzuner’in
okuduğum ilk eseri. İncemsi bir eseriyle başlayayım diye tavsiyesiz olarak
(okuduğum kitapların büyük çoğunluğu gibi) aldım ve büyüsüne kapılıp gittim.
İlk başlarda ciddi
ciddi Birleşmiş Milletler’in “seçilmiş-üstün zekalı ya da üstün başarılı”
öğrencileri İsveç’te bir kampta topladığı bir seminer/okulun içinde yaşananlar
kaleme alınmış zannediyordum. Sonra karakterlerin dünya tarihinin önemli
insanlarıyla bütünleştiğini görünce anında uyanmasam da burasının bir kampus
değil de akıl hastanesi olduğunu idrak ettim. Türk kahraman Afife Piri gibi tüm
hastaların kendilerini tarihi karakterler zannettiklerini fark edince hem içim
cız etti hem de bir yandan çok farklı ve eğlenceli geldi roman. Bu romanın
kahramanları “Seçilmişlerin” programının yöneticisi Dr. Günnar’a özel bir
saygı/korku da besliyorlardı. Sonra onun akıl hastanesinin başhekimi olduğunu
anladım. Ancak kitabın hemen hemen yarısından itibaren hastalar dünyada
kimsenin bilmediği adaya kaçmaya başladıklarında onlar için içten içe sevinmeye
başlarken sonraki sahnelerde Dr. Günnar’ı bu sefer Cengiz Han olarak gördüğümde
iyice şüpheye düştüm. Ya Dr. Günnar’da hastalardan biriydi başından beri, ya da
doktor olduğu halde bu zararsız ama yüksek kültürlü ve sanatçı ruhla hastaların
suyuna gidiyordu. Tabii düştükleri/kaçtıkları adanın teknolojik boyutu, yaşayış
tarzları beni yine de düşündürdü; acaba hastalar kendilerine verilen
sakinleştirici/uyuşturucu hapların etkisiyle mi bu halüsinasyonları
görüyorlardı?
Neyin nasıl
olduğunu ve arkasındaki mantığı anlamaya çalışmadan yalnız konuya odaklanırsak;
Afife Piri (anne
tarafından Afife Jale ve baba tarafından Piri Reis’in soyundan) geldiği
İsveç’teki kampüste Romain Gary’nin komşusudur. Diğer “Seçilmiş” katılanlar:
Jeanne (Jeanne D’Are), Carmen de Cervantes, Aurare Sand, Brooks Nin, Cyrans De
Bergeaj, Roni Chagal, Anders Grieg ile seminerlere katılırlar. Afife Romain’den
çok etkilenir. Romain önce ilgisini Jeanne’e yöneltse de (ki arada Afife de
müziğinden çok etkilendiği Grieg’e yaklaşacak hatta bir geceyi onun yatağında
geçirecekti.) sonra Afife’ye yaklaşacak ve aralarında müthiş bir aşk
başlayacaktır.
Sonra aralarından
birer birer katılımcılar kaybolmaya başlıyor. Korkuyorlar ve Romain’in kurduğu
planla son derece bilim kurgusal bir yolla bir adaya helikopterle kaçıyorlar.
Romain’de arkalarından geliyor ama fazla kalmıyor çünkü (gerçek hayatında
olduğu gibi) ‘normal’ hayata dönüp intihar etmesi gerekmektedir. Afife
ayrılışlarına çok üzülür.
Son bölümde de bir
çift denize karşı otururlarken ay ile yıldızların denize düştüklerini görürler
ve bu yüzden balıklarda ölür.
Gözlemlerim:
*Bu romanın önemli temalarından biri Romain
Gary’nin yaşamı, etkileri. Bu kitabın bende bıraktığı etkiyle kısa zaman sonra
Gary’nin Emile Ajar takma adıyla yazdığı ‘Onca Yoksulluk Varken [AAKA-920]’
okuyunca Gary’nin Uzuner tarafından yapılan betimlemelerini daha iyi
duyumsadığımı düşündüm. Yazarın da Gary’e olan sevgisi ve hayranlığı hissediliyor:
“Sağ
yanağında gülmesini beklemeyen aceleci bir gamzesi vardı. Çok şık bir adamdı.”
(s.5)
“Sesinde
alaycı bir baharat kokusu vardı.” (s.6)
“Komşum
Romain Gary, oldukça girişken, diplomat ruhlu, neşeli, bir bakışta saygıdeğer
etki yaratabilen, sihirbaz yetenekli bir adamdı. Çok nazikti, yine de bu
nezaketi hiç rahatsız etmiyor, yapay kaçmıyordu. Elinde daima yanan ve yanmayı
bekleyen ince purolar oluyordu. O sıralar komşumla ilgili tek sorunum, onun ne
zaman ciddi, ne zaman şakacı, hatta dalgacı olduğunu çıkartamamamdı. Öyle kelli
felli, oturaklı bir beyefendi görünüşü, öyle görmüş geçirmiş, yatıştırıcı ve
inandırıcı bir ses tonu vardı ki, değil dalga geçmek, onun şakalarının bile az
şekerli olduğunu düşünüyordu insan. Oysa göremediğim, yalnızca sezinlediğim bir
hınzır çocuğun ayak izleri, çılgın bir rüzgarın serseri uğultusu vardı
üzerinde.” (s.13)
“Komşum
Romain Gary’nin, önceleri kişiliğine damgasını vuran ‘kadınlara mutlaka nazik
ve anlayışlı olmak gerekir,’” (s.15)
“Ama
biraz karmaşık ve tuhaf yönleri vardı.” (s.16)
“Sözlerinin
ve davranışlarının altından sessizce akan matrak bir nehir vardı sanki.” (s.16)
“Bizler
nasılsa temelde birbirimize benziyorduk ve düşünce patikalarımız, davranış
mantıklarımız, ama en çok düşlerimiz ve beklentilerimiz akraba olduğu için
seçilmiştik.” (s.26)
“Romain’in
umurunda değildi. Pervasızlık, tehlike, hınzırlık, matraklık onun hamurunda
vardı.” (s.26)
“Romain’in
anısı oksijenle ilgiliydi. Yıllar önce bir sabah uyandığında hiç değilse
oksijeni kesebileceğini düşünüp, müthiş sevinmişti.” (s.27)
“İnan
ki yapacak bir şey yok Afife. Nina benim annemdir!” (s.36)
“Romain
esrarengizdi ve gizeminin anahtarını asla kimselere vermeyecek insanlardandı.”
(s.79)
“Sesinde
ve bakışlarında dolaşan hayranlık, rengarenk balonlar olarak odaya dağıldı,
başımızın üzerinde uçuştu.” (s.108)
“Bir
ara ölümden kaçmaya çalışırken, kendime yirmi tane sahte kimlik kartı
çıkartmıştım.” Demişti Romain.” (s.108)
“Kuzey
Amerika yıllarında Mösyö Gary, Fransa’nın Los Angeles konsolosuydu. Ah yani
demek, Romain aynı zamanda diplomatmış da…” (s.126) Bende okurken merak ettim bu
çarpıcı adamın eserlerini..nitekim cevabını ‘Onca Yoksuluk Varken’de alarak
‘başyapıt’ listeme aldım.
*Belki de en önemli tema normal ile seçkin
insanlar arasındaki farklar. Seçkin insanlardan kasıt sanatla ve bilimle,
felsefeyle uğraşan insanlar ifade ediliyor. Bu çağlardan beri sanat, bilim ve
felsefeyle uğraşan insanların dışlanmasını/bilerek kendilerini dışlandıklarını
doğrulamıştır. Her ne kadar bu romanda dışlanmışlıklar akıl hastanesinin
ortamıyla özdeşleşmişse de bu metaforun arkasında ‘normal’ insanlarla ‘farklı’
insanlar arasındaki temel ‘beyinsel-davranışsal’ ayrımcılığın olduğunu
düşünüyorum:
“Program
süresince normal kabul ettikleri
hiçbir kavram, biçim ve işlevle karşılaşmayacakları bir çalışma ortamı garanti
edilecektir.” (s.22)
“Bir yıl
süreyle normal insanların
dünyalarından yalıtılmak, onların değer yargılarından, yaşam tarz ve
kalitesinden uzaklaşmak özgürlüğünü bağışlayacaktı!” (s.22)
“Bizler
nasılsa temelde birbirimize benziyorduk ve düşünce patikalarımız, davranış
mantıklarımız, ama en çok düşlerimiz ve beklentilerimiz akraba olduğu için
seçilmiştik.” (s.26)
“Normallerin her gün oynadığı MIŞ GİBİ
oyununu çok iyi kavraması bir zorunluluktur.” (s.27)
“Normal insanların tersine, bizlerin
şaşırtmaya, şok yaratmaya ve beklenmedikle, bilinmediğin o metal renkli
heyecanına tutkun olduğumuz göz önünde tutulursa, Romain’in ne yapmak istediği
apaçık anlaşılacaktır.” (s.33)
“Biz
seçkin öğrenciler, bütün normal insanlarda bulunan, ‘başkalarının özel
hayatıyla ilgilenmek’ genini taşımayız. Bu eksikliğimiz bir sakatlık olarak sık
sık yüzümüze vurulsa da, bizler meraklarımız konusundaki farklılığımızı,
doğanın bize verdiği bir armağan olarak bilmekte daima kararlı olmuşuzdur.”
(s.40)
“Söylentiler
ve dedikodular normal insanların
uzmanlık alanı,” (s.41)
“Çünkü,
‘normal erkekler’ in, kadınlar ve
çocuklarla kendi doğal sesleriyle konuşma alışkanlığı ve eğitim yoktur.” (s.47)
“Zaten
sayısı çok az, tehlikesiz ve zararsız insanlarız. Savaşa, ayrımcılığa,
diktatörlüğe, faşizme, tembelliğe karşıyız. Elimiz silah tutmaz, yüreğimiz
yufkadır, disipline gelemeyiz, kan görmeye dayanamaz, en önemlisi, aşka ve
dostluğa inanır, şiir okuruz…” (s.60)
“Dahası
hangimiz intihara öcü gibi bakıyor?” (s.61)
“Bir
şeyler bulanlar genellikle kaçıklardır.” (s.63)
“Bizim
gibi ‘seçilmiş özel öğrenciler’ le normal insanlar, saplantıların zorlanacak
sınırları konusunda ayrılırlar. Bizim sınırlarımız yoktur!” (s.68)
“Tıpkı
normal insanlar gibi duyduklarıma şaşırır hale gelmiştim.” (s.73)
“Beyaz
Hıristiyanlar, kendi modern ve uygar dünyalarının bilim ve sanat bahçesine
‘Üçüncü Dünya’lı dehaları kabul etmezler. Daha da ilginci, onları görmezden
gelme alışkanlığı genetik bir olgu haline dönüşmüştür artık.” (s.74)
“Nerden
bulmuştum bu normal kadınlara özgü korunma kokulu, zavallı ses tonunu?” (s.75)
“Neden
bizi olduğumuz gibi kabul etmiyorlar sanki? Korkuyorlar Afife, bizden
korkuyorlar.” (s.75)
“Neden
her eylemin içinde ille bir güç ya da cinsellik unsuru olabileceği
saplantısıyla dünyalarını iyice daraltırlar?” (s.100)
“Neyse
ki, bizler normal insanların MIŞ GİBİ oyunlarını oynayamadığımızdan, ‘suçluluk’
duygusuna da yabancıyızdır.” (s.105)
“Normal
insanlar tarafından bir araya toplanıp, bilinçli ve sistematik bir
normalleştirme operasyonu için bir enstitüde hapsedildiğimiz anlaşılmıştı.
Türümüz ciddi bir yok olma tehlikesiyle karşı karşıyaydı.” (s.110)
“Bizim
gibi seçilmiş özel insanlarda çok az bulunan savunma, sakınma ve gizlenme
güdülerim yok” (s.110)
“Yok
oluyorlar. Tek tek ortadan kayboluyorlar. Bizi birer birer yok edecekler!
Türümüzü kurutacaklar ve dünyanın dengesi tamamen bozulacak!” (s.112)
“Artık
dünyanın hiçbir yerinde bizi istemiyorlar. Soykırımının böyle uluslararası
örgütlenişindeki ustalık, ancak teknolojinin ilerlemesiyle açıklanabilir.”
(s.112)
“İkisinin
de çok kızgın olduğunu anlamam, durumun ciddiyetini kavramamı, yeryüzünün en
istenmeyen canlıları olduğumuzu algılamamı hızlandırıyordu.” (s.113)
“Bu
bizim pasif, barışçıl, kimsenin işine burnunu sokmayan, ancak kendi kendisiyle
yarışan, yüzleşen özel evrenimizin yapısına tamamen uygun düşer.” (s.117)
“Bilirsiniz,
normal insanlar için gösteriş ve saygınlık, işin aslından daima daha önemli
olmuştur.” (s.118)
“Birleşmiş
Milletler’in kendi tarihinde ilk kez tam çoğunlukla uzlaşarak hazırladığı
dünyanın en seçilmiş özel insanlarını normalleştirme işlemi başladığından beri”
(s.146)
“Öbürleri
gibi, ağlamak da oluşan koşulların yarattığı yeni duruma uyum sağlamaya, bedeni
fiziksel ve duygusal olarak rahatlatmaya yarar.” (s.153)
“Normal
insan kültürleri, ağlamayı bir zayıflık ve zavallılık, ağlamaya direnmeyi
güçlülük olarak görmüşlerdir. Ve normal erkekler, zayıf ve zavallı yanlarını
göstermekten çok korkarlar. Halbuki normal erkeklerin hep güçlü görünmek
zorunluluğu gibi çok zayıf bir yanları vardır ve normal kadınlar için de
erkeğin normali makbuldür.” (s.153)
“Belki
de, beynini düşünmek mutluluğundan yoksun bırakan ‘emir kulları’ndan biriydi…
İyi ama onlar yalnız normal insanların arasından çıkmaz mı?” (s.159)
“Bugün
bir cennet parçasında normalleştirilmeden varoluşumuzu en çok ona borçluyuz.”
(s.160)
“Biraz
yalnız kalmak istemiştim. Bizim gibilerin hava ve su kadar gereksindiğimiz
önemli bir şeydir.” (s.174)
“Akrabalarımızın
çoğu, normal bulmadıkları için uzak dururlar bizden. Onlar için tuhaf, ne iş
yaptığı, neye yaradığı anlaşılmaz, utanılacak insanlarızdır. Ya bir kavram, bir
ses, ya bir renk, bir figür ya da bir formül, bir harf üzerine titizlenen,
bunları dert eden, soyut, belirsiz anlaşılmaz yaratıklarızdır..” (s.184)
*Dilbilime ithafen birçok sözcük ve kavram
roman boyunca ifade ediliyor.
-İngilizce:
“True
Laundry” (s.10)
“Greek
coffee” (s.20)
-İsveçce:
“Gir mer oppgave”
“Ta mer tid”
-Fransızca
“Art Deco” (s.54)
“Bonjour Jeanne, ça va?” (s.57)
“C’est ça!” (s.128)
“J eme suis bien amuse. Au revoir et
merci.” (s.129)
“C’est tres comic!” (s.139)
“N’est pas Afife?” (s.142)
“Coup de foudre” (s.204)
-Latince:
“Per fumum” (s.89)
-Anadil:
“İnsanın en güzel sesleri asıl ana
dilinde kullanabileceğine inanıyorum ben.” (s.87)
-Vuslat:
“Aşk ayrılığının acısını yaşayanlar,
bilirler. Öldürmez ama müthiş üzer, bitap düşürür ve nöbetler halinde vurur.
Tek tedavisi ‘vuslat’tır. ‘Vuslat’ın başka hiçbir dilde tam karşılığı yoktur.
‘Vuslat’ en büyük ve en güzel kavuşmadır!” (s.154)
-Mahremiyyet:
“Mahremiyyet” kavramının bazı dillerde
tam karşılığı bulunmadığının ayrımına varışım.” (s.174)
*Güzellik
teması estetiği ve sanatı ifade tarzıyla karşımıza çıkıyor:
“Onu güzelliğinden çok, albenisiyle
tanımlamak en doğrusu olur. Çünkü güzellik gözleri doyurur. Albeni gözler
kadar, ruhu da okşar, bütün tene yayılır, ardından dokulara ve çok güçlüyse
kana bile giriverir…” (s.14)
“Şiirin
tek tutkusu güzeldir ve amacı kendisidir.” (s.67)
“En
yetkin erkek güzellik tipi, şeytanın tipidir.” (s.67)
*Çeşitli
kavramlar yazar tarafından kitap geneline anlamlı açıklamalarıyla
serpiştirilmiş:
-Yaşlanmak:
“Yaşlılıkta öğrenilenler aslında daha
önce unutulanlardır.” (s.49)
-Albeni:
“Çekici bir insan yaşlandığında da
etkileyicidir, çünkü albeninin reçetesinde mistik oranlarda akıl, zarafet,
sağduyu ve şeytan tüyü vardır.” (s.14)
“Aşk
öncesi heyecanın doğal parlaklığıyla öyle güzelleşmiştim ki, hiçbir kozmetik
bir kadını böyle albenili kılamaz!” (s.89)
-Bakmak,
Bakış:
“Bakışları pek çok sözden daha
önemlidir. Her bakışın bir anlamı, anlamların sözden derin, eylemden geniş
etkileri vardır. Bazı bakışlar öyle gönendirir, öyle mutlandırır ki, her şeyin
eskidiği ve unutulduğu bir sayfada yalnızca o bakışın sevinci anımsanır. Kimi
bakışlarsa çok sivri köşelidir, batar, incitir, kanatır, yarası iyileşse de
acısı unutulmaz.” (s.77)
-Gülmek:
“Gülümseyişlerimiz havada buluştu, nedense
biraz utangaç asılı kaldılar bir süre. Tuhaf bir titreşim oluştu onların asılı
kaldığı yerde. Yayıldı, bana ulaştığında, içim ürperdi.” (s.42)
“O gülünce,
serin ve yatıştırıcı bir rüzgar esti odada. Tıpkı, taze çikletin ağızda
yarattığı ferahlık gibi…” (s.106)
-Kadın-Erkek
ilişkisi:
“Komşum Romain Gary’nin, önceleri
kişiliğine damgasını vuran ‘kadınlara mutlaka nazik ve anlayışlı olmak
gerekir,’” (s.15)
“Ve
bir kadınla bir erkek arasında yaşananlar, bütün ayrıntıları binlerce kez
anlatılsa bile aslında tamamen o ikisi arasında gizlidir.” (s.16)
“Mantıklı,
sevecen, güvenilir bir erkeğin sakin, huzurlu, dost sıcaklığındaki sularında
dinlenen kadın beyninin keyifli doyumunu düşledim.” (s.78)
-Alkol:
“Kuzeyde alkollü içkiler ancak devletin
kontrol ettiği tekel dükkanlarında satıldığından ve bu dükkanların da erkenden
kapatıldığını bildiğimden,” (s.34)
-Sır:
“Sırlar yani gizler, kendi uydurduğumuz
gizemlerdir aslında. Tek tek üzerinde düşünüldüğünde, gizliliği dışında pek
önemi, hatta anlamı da olmayan gerçekler yumağıdır onlar.” (s.34)
“Sırlarda
hepimize ait bir heyecan, korku, merak ve gizliliğin baştan çıkartıcı tadı
vardır.” (s.35)
-Annelik:
“Kendi annemi düşündüm. Sevgisiyle ve
ona her ters düşüşümde yüklediği yüksek dozlu ‘suçluluk duygusu’ yla, annemi
düşündüm.” (s.37)
-Ninni:
“Ninnisiz büyüyenlerin apayrı bir
kültürü vardır.” (s.87)
-Algılamak:
“Belki de bunları, olmasını istediğim
için böyle olmuşçasına algılıyordum. Sonuçta hemen her şeyi gözlerimizin
merceklerine göre ayarlayan kendimiz değil miyiz?” (s.25)
-Öfke:
“Öfkesini ifade ederken seçtiği
sözcükler baharatlı bir koku bırakıyordu havada. Acısı bol…” (s.82)
-Tanrı:
“Tanrı benim için bir gönül
meselesidir.” (s.120)
-Müzik:
“Görkemli senfonilerin ortasında bir
yerde beliriveren, yumuşacık bir flüt sesini beklemek gibi bir eğilimim
vardır.” (s.133)
-Keder:
“Kederin asitli kokusunu duydum.”
(s.207)
*Roman
Afife ile Roman’ın aşkını da akıl hastanesinin tıbbi ortamının içerisinde saf
bir duyguyla işliyor. Aşkla ilgili çok güzel ve anlamlı benzetmeler var:
“Ve bir kadınla bir erkek arasında
yaşananlar, bütün ayrıntıları binlerce kez anlatılsa bile aslında tamamen o
ikisi arasında gizlidir.” (s.16)
“Beni
öyle çok seviyor ki, beni onun kadar çok sevecek bir başka kadına rastlamama
engel oluyor.” (s.35)
“Gülümseyişlerimiz
havada buluştu, nedense biraz utangaç asılı kaldılar bir süre. Tuhaf bir
titreşim oluştu onların asılı kaldığı yerde. Yayıldı, bana ulaştığında, içim
ürperdi.” (s.42)
“Aşk
öncesi heyecanın doğal parlaklığıyla öyle güzelleşmiştim ki, hiçbir kozmetik
bir kadını böyle albenili kılamaz!” (s.89)
“Aşkın
asıl tanımı, hayranlıktır. Ve birbirinden farklı yüzlerce hayranlık çeşidi
vardır.” (s.96)
“Sevginin
aşka yükseldiği yerde, sözcükler albenisini yitirir bazen.” (s.102)
“Beynimin
yarattığı derin coşku, yanaklarımı pembeye, gözlerimi aşka boyamıştı.
Uçuyordum.” (s.103)
“Çünkü,
aşk bütün zamanların en güçlü vatanıdır.” (s.109)
“Sarıldım
ona. Ne güzel kokuyordu aşk!” (s.115)
“Çok
güzel olduğumu hissederek, çok güzel gülümsedim. Aşk çok güzelleştirir!”
(s.118)
“Sırılsıklam
aşık bir genç kadın gülünce, kikir kikir bir ses çıkar, öyle oldu; kikirdedim.”
(s.128)
“Kuşkusuz
aşk, aşk kuşkusuz! Odur saran yüreği coşku
Her
bakışta yaratılan o yaman duygu
Ruhun
sıyrılıp karanlıktan
Sevgilinin
göklerine yükselişi
Yasemin
dallarından kayarak yüreğin en genç saatlerinde titreyişi
Ve
ölümden zerre kadar sakınmayışı!
Aşk,
kuşkusuz aşktır o!
Soluklanarak
düş gücünün doruklarında
İçilen
yaşam suyu
Ölümsüzlüğün
zehirli fısıltılarında
Ve
sevgilinin öptüğü aslında
Kuşkusuz
aşk, aşktır kuşkusuz
Ancak
yüreği öpülürse,
Öpülürse
yüreği duyulur sesi
Ruhun
gizli sularında
Sessizce
uyuyan derinde
Aşk,
kuşkusuz aşktır o!
Çıplak
bir iltifatın en latif
Kıvrımlarında
Harikulade,
saf ve zarif
Bana
soracak olursanız tuhaf ve naif
En
olmazın oluru, kıyametin neşesi
Aşk,
aşktır o, tanırsınız eninde sonunda…” (s.130-131)
“Biz
birbirimizin yüreklerini öptük.
Ancak
yüreği öpülürse,
Öpülürse
yüreği duyulur sesi
Ruhunun
gizli sularında
Sessizce
uyuyan derinde…” (s.135)
“Aşk,
en tehlikeli inançtır. Aşk çok cesur olmayı gerektirir ve cesareti daima sınar,
hep zorlar! Bu yüzden herkes aşık olamaz ve tehlikeye duyulan ilgi, gençlik
yıllarında daha yoğundur.” (s.148)
“Ve
henüz aşkın en erken saatinde, en tutkulu ve bütün öbürlerinden en farklısı
olduğu sanısındayken…” (s.150)
“Aşk ayrılığının acısını yaşayanlar, bilirler.
Öldürmez ama müthiş üzer, bitap düşürür ve nöbetler halinde vurur. Tek tedavisi
‘vuslat’tır. ‘Vuslat’ın başka hiçbir dilde tam karşılığı yoktur. ‘Vuslat’ en
büyük ve en güzel kavuşmadır!” (s.154)
“Çünkü
bir sevgiliye kavuşmaktan daha güzel olan tek şey, sevgiliye kavuşmayı
düşlemektir! Düşledim, düşledim, düşledim…” (s.188)
“Sımsıkı
sarıldık birbirimize ve yeni evimin çiçekli yeni çarşaflarına aşk bulaştırdık.”
(s.195)
“Ama
en çok aşkı korumak gerekir Afife. Korunmayan aşk bozuluyor, çürüyor ve çabucak
yok oluyor.” (s.204)
*Yazar
şiiri de bir destekleyici tema olarak roman boyunca işliyor ve duyguların
ifadesinde ondan yeterince yararlanıyor:
“Şiirin saati sabah değildir! Bu
şiirlerin tam saatiyse alacakaranlıktı.” (s.67)
“Şiirin tek
tutkusu güzeldir ve amacı kendisidir.” (s.67)
-Romanda
geçen şiirler (Yukarıdakiyle beraber):
“Ya ne yapmak lazımmış? (…) Şan olsun
diye, meşhur bir kitapçıya giderek, veresiye şiir dergisi mi bastırmalı?
İstemem eksik olsun! Acaba bulup bir alay sersem Meyhane köşesinde dahi olmak
mı hüner?” (s.115)
“İstemem
eksik olsun! Bir tek şiirle yer yer
Dolaşıp
da herkesten alkış mı dinlenmeli?
İstemem
eksik olsun! Yoksa bir sürü keli
Sırma
saçlı diyerek göğe mi çıkartmalı?
Yoksa
ödüm mü kopsun bir Allahın aptalı
Gazeteye
bir eleştiri yazacak diye her gün?
İstemem
eksik olsun! (..) Ve ta son nefesinde
Bile
çekinmek, korkmak, benzi sararmak, bitmek
Şiir
yazacak yerde, ziyaretlere gitmek,
Karşısında
zoraki sırıtmak her abusun.
Eksik
olsun istemem, istemem eksik olsun!
Fakat
şarkı söylemek, gülmek, dalmak hülyaya,
Yapayalnız
ama özgür yolculuk etmek aya.
Gören
gözü, çınlayan sesi olmak ve canı
İsteyince
şapkayı ters giymek, karışanı
Olmamak.
Bir hiç için ya kılıcına veya
Kalemine
sarılmak ve ancak duya duya
Yazmak,
sonra da (…) Varsın boyun olmasın söğüt kadar,
Bulutlar
çıkmazsa yaprakları ne zarar?
Kavaklar
sıra sıra dikilse de karşıma
Boy
ver, dayanmaksızın, yalnız ve tek başına!” (s.116)
“Tutup
ikinci yolu, açacağız önümüzü,
Kendimize
özgü yetenek ve
Yaratılarla
kurtaracağız kendi türümüzü
Ah
ile, vah ile yitirilmemeli zaman
Normallere
asla verilmemeli aman!
Şu
tehlikeye gelince, dillere dehşet salan,
Gülerim
kahkahayla, yüzüme kanlı gül çalan,
Yalnızca
biridir bedellerinden,
Farklı
oluşun normal diğerlerinden.
Yüzyıllardır
ter bezlerimize tehlike,
Alışkınız
yaşamaya birlikte.
Değmez
düşünmeye uzun uzun,
Dünyamız
çok farklı, yolumuz upuzun
Son
olarak, tabii ki ONUR!
Başımızdaki
görünmez tacın adı odur.
Adıdır
ölümcül hastalığın yokluğu,
Acımaz,
çökertir tüm bağışıklığı!
Eğiliyorum
önünüzde, dünyanın en seçkinleri,
Hanımefendileri,
Beyefendileri,
Davet
ediyorum sizleri,
Tehlikeye;
kalem ve kılıca şimdi,
Koruyun
yaratıları, farklılıkları ve düşleri,
Yeryüzünün
insanca zenginlikleri..
Cyrano
yalnızdır, tektir.
Tüm
dileği farklılığını sürdürmektir!” (s.120-121)
“Biz
birbirimizin yüreklerini öptük.
Ancak
yüreği öpülürse,
Öpülürse
yüreği duyulur sesi
Ruhunun
gizli sularında
Sessizce
uyuyan derinde…” (s.135)
“En
derin saygılarımı
Lütfen
kabul ediniz.
Pirimsiniz
Daima
ve sonsuza dek
Doğruculukta
Bunu
hep bildiniz!” (s.158)
*Diğer temalardan biri de ‘Koku’. Yazar hem
genel olarak kokuyu hem de parfümün etkilerini çeşitli şekillerde işliyor:
-Koku:
“Öfkesini ifade ederken seçtiği
sözcükler baharatlı bir koku bırakıyordu havada. Acısı bol…” (s.82)
“Aşk
öncesi heyecanın doğal parlaklığıyla öyle güzelleşmiştim ki, hiçbir kozmetik
bir kadını böyle albenili kılamaz!” (s.89)
“Parfüm
seçmek için zaman harcadığımı itiraf etmeliyim. Aslında ciddiye alınan parfümün
gizemli adından çok, kokunun kişiliğidir. Çünkü kokuların pek çok durumda
görsellikten daha önemli olan dokunma ve hayal gücü duyularıyla doğrudan
ilişkisi olduğu öğretilmişti bana.” (s.89)
“Latince
anlamı ‘tamamen uçucu’ olan ‘per fumum’ dan,” (s.89)
“Bir
kokunun yaratacağı çağrışımlarla, o sırada yaşanan ruh durumunun uyuşması
gereğini öğretmişti annem bana. Parfüm seçme sanatının en önemli koşulu buydu.
Parfümleri gerçekten anlayan kişinin kendini çok iyi tanıması, değişen ruh
durumlarına uyum sağlayacak birkaç kokuyu her olasılığa karşı- yanında
bulundurması gerekiyordu. Bir de kokuların göndermelerini iyi duyumsamak, bu
yetiyi geliştirmek şarttı.” (s.90)
“Bu;
karmaşa ve coşku gibi birbirine ters iki durumun bir arada yaşanışındaki
baharatlı, tehlikeli bir kokuya karışan heyecan verici bir çiçek özünün tatlı
baygınlığıydı.” (s.91)
“Parfümümü
de giyindikten sonra geceye katılmaya hazırdım.” (s.91)
“Kokusunu
duydum o sırada, tanımadığım, hafif, taze, yüksek dağlardaki yanıl yeşillikleri
çağrıştıran, genç bir koku.” (s.98)
“Kederin
asitli kokusunu duydum.” (s.207)
-Parfüm:
“Parfüm seçmek için zaman harcadığımı itiraf
etmeliyim. Aslında ciddiye alınan parfümün gizemli adından çok, kokunun
kişiliğidir. Çünkü kokuların pek çok durumda görsellikten daha önemli olan
dokunma ve hayal gücü duyularıyla doğrudan ilişkisi olduğu öğretilmişti bana.”
(s.89)
“Latince
anlamı ‘tamamen uçucu’ olan ‘per fumum’ dan,” (s.89)
“Bir
kokunun yaratacağı çağrışımlarla, o sırada yaşanan ruh durumunun uyuşması
gereğini öğretmişti annem bana. Parfüm seçme sanatının en önemli koşulu buydu.
Parfümleri gerçekten anlayan kişinin kendini çok iyi tanıması, değişen ruh
durumlarına uyum sağlayacak birkaç kokuyu her olasılığa karşı- yanında
bulundurması gerekiyordu. Bir de kokuların göndermelerini iyi duyumsamak, bu
yetiyi geliştirmek şarttı.” (s.90)
“Bu;
karmaşa ve coşku gibi birbirine ters iki durumun bir arada yaşanışındaki
baharatlı, tehlikeli bir kokuya karışan heyecan verici bir çiçek özünün tatlı
baygınlığıydı.” (s.91)
“Parfümümü
de giyindikten sonra geceye katılmaya hazırdım.” (s.91)
*Romanın
karakterleri geçit töreni gibi önümüzden karakterlerinin ifadeleri
analizleriyle geçiyorlar:
-Chagall:
“Chagal’ın resimlerini kim bilmez, çoğu
baş aşağı, naif figürler… kocaman
buketler, melankolik palyaçolar, düşsel hayvanlar, uçuşan sevgililer ve cıvıl
cıvıl vitraylar…” (s.97)
-Afife
Jale:
“Afife Jale, büyükannem, Piri Reis,
büyük büyük dedem…” (s.136)
“Anneannem
hakkında her şeyi bilmiyorum. Bildiğim, cesur, asi, atılgan bir kadın
olduğudur. Bir sahne sanatçısıydı… duyarlı ve çok kırılgan…” (s.136)
-Piri
Reis:
“Afife Jale, büyükannem, Piri Reis,
büyük büyük dedem…” (s.136)
“Orada
doğan çocukların sudaki balıklar gibi büyüdükleri, beşiklerinin sandallar,
ninnilerinin dalgalar, topraklarının da denizler olduğu söylenir.” (s.138)
*Prometheus:
“Ateşi Tanrılardan çalmak istediği
için, bir kayaya zincirlendiği ve bir akbabanın gelip onun karaciğerini yemeye
başladığı kesinlikle doğruydu.” (s.140)
*Sanat
üzerine de çeşitli benzetmeler açıklamalar var:
*Grotesk
Sanat:
“Grotesk sanat en iyi protesto biçimidir.
İğrençliği, şiddeti, sefilliği olduğu gibi yansıtır, fazlasıyla, bütün
şiddetiyle!” (s.69)
-Sanatçı:
“Sanatçı, işi ömür boyu kendini
kandırmak olan adamdır Afife. İşi gücü, neden var olduğunun yanıtını aramak
olan, ama bizzat kendisi acıklı bir soru cümlesi olan adam…” (s.201)
*Hayatın
bir parçası olan cinsellik şairane bir şekilde ifade buluyor yazarın üslubunda:
“Biz sanki konuşmaya susamış,
birbirimizi tanıyabilmek için çılgınca sözsel bir sevişmenin içine
yuvarlanmıştık. Bu da bir sevişmedir; sözcüklerin dudaklardan akışının
müziğiyle yakalanan bir cinsellik. Bunun tadı, bunun kokusu başkadır.” (s.136)
-Ağlamak:
“Öbürleri gibi, ağlamak da oluşan
koşulların yarattığı yeni duruma uyum sağlamaya, bedeni fiziksel ve duygusal
olarak rahatlatmaya yarar.” (s.153)
*Bu roman bana daha önce büyük heyecanla
okuduğum Ayn Rand’ın “Atlas Vazgeçti” romanını hatırlattı. Orada da
‘seçilmişler-üstün zekalarıyla büyük iş imparatorlukları kuran kişiler’ toplum
ve devlet baskısından kurtulmak için vadiye yerleşip yeni ve üst seviyede
teknolojik bir hayat kuruyorlardı. [AAKA-867-869-871]. Acaba Uzuner bu romandan
etkilenmiş olabilir mi? Bana bunu düşündürten bölümler s75, 110, 112’de.
*Romanda
programın 1 senelik olduğu söyleniyor:
Acaba bu 1 yıllık bir tedavi mi demek?
*Romain
Gary’nin “MIŞ gibi” sunumu çok ilginçti:
“Rol yapmazsanız, topluma uyamadığınız
söylenir. Rol yapma alışkanlığının yıllar boyu böyle kararlı ve sürekli biçimde
benimsenmesi, ‘MIŞ GİBİ’ oyununun ne denli
*Diğer
karşımıza çıkan tarihten ünlü karakterler de romana değişik renkler katıyorlar:
Herman Hesse, Leonardo Da Vinci, Cengiz Han, Vivaldi, Mendelssohn, Thomas
Edison, Galileo.
*Enteresan
bir ifade:
“Var olmak kendini yeniden
yaratmaktır.” (s.108)
*Balık
izleri buluşu çok ilginçti. Balıkların kumsalda bıraktıkları izler yüzünden
‘normal’ insanlar adadan uzak duruyorlar. Balıkların bıraktığı izler de
sanatçı-bilim insanları-filozofları ‘normal’ insanlardan ayıran bir metafor.
“Kumdaki
izler, yerde dolaşan balıkların izleriydi. Tombul, yirmi-otuz santimetre
boyunda balıklar yan yata yata yürümüşlerdi ve arkalarında ayak izlerini
bırakmışlardı… Balık ayak izleri? Balık ayakları?.. Balık izleri… İzler..”
(s.171)
“Küçük
sayılabilecek, belki de olgunlaştığında irileşecek, henüz erginleşmemiş, genç,
tombulca, yassı balık izleri uzayıp gidiyordu.” (s.189)
“Bu
canım adayı normallerin işgalinden kurtaran kim? Onların bu adayı çok yıldızlı
otelleri, çokuluslu bankaları, gösterişli deniz atraksiyonu, sentetik cinsellik
servisi ve seri üretim gıda satışlarıyla nasıl olup da kirletmediklerini
düşündün mü hiç?” (s.208)
“Normal
insanların bu adayı uğursuz bulup, şeytan adası diye anmaları, peri ve cin gibi
batıl bir açıklama yaratarak apar topar terk etmelerinin tek nedeni, sevgili
dostlarımız Balıkların İzleri Ve Balık İzlerinin Sesidir. B.İ.S.!” (S.209)
*Balıkla
Yüzleş Operasyonu.
“Balıkla Yüzleş” operasyonuyla
normallerin dünyasından kaçıp, bir soykırımından kurtulmuş olduk.” (s.161)
*Programdakilerin
‘hasta’ oldukları iması ilk olarak s.43 ten beri verilmeye başlanıyor:
“Elinde bir tepsi, tepside de bir bardak
su ve bir tabak vardı. Tabakta iki tane pembe hap.” (s.43)
*Hapların
verilmesi:
“Elinde bir tepsi, tepside de bir
bardak su ve bir tabak vardı. Tabakta iki tane pembe hap.” (s.43)
“Dünyada
olmaz, benim uykum falan kaçmadı ki.. Hem sonra, uyku ilacı içmeye nasıl
zorlarsınız insanı, burası insan hakları konusunda dünyanın jandarması sayılan
Kuzey Avrupa değil mi?” (s.45)
*İnsanların
başkaları oldukları iddiası:
“Siz ne onlar gibi başkası olduğunuzu
iddia ediyorsunuz,” (s.99)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder