24 Eylül 2013 Salı

Pınar Kür - Küçük Oyuncu

AAKA-881
Okuduğum Tarih: Ağustos 2013


Pınar Kür’ün okuduğum ilk eseriydi. Çok beğendim. Özellikle Tiyatro üzerine yazılmış olmasından çok keyif aldım. Roman, tiyatro dünyasını iyisiyle kötüsüyle, keyfiyle sıkıntılarıyla oyuncuların ve yönetmenlerin perspektifinden okuyucuya aktarıyor. Yazar oyunculuk dünyasının içinde seçtiği birkaç karakterin etrafında romanı yaşatarak bir yandan o dönemin Türkiyesine de politik ve sosyolojik olarak dokundurmalarda bulunuyor. Oldukça duygusal bir roman ve karakterlerin sunumu ve gerçek hayatla tiyatro arasında kurmaya çalıştıkları köprü okuyucuya oyun içinde oyun hissini de veriyor.

Romanın Özeti: 

        Semra bir tiyatroda oyunlarda küçük roller verilen yetenekli genç bir oyuncudur. Cem ile hem çocukluk arkadaşı hem de sevgilidirler. İkisi, aralarından su sızmayan Özer ile ev arkadaşlığı yapmaktadırlar. Üçü de oyuncudur ve Ankara’da yaşamaktadırlar. Dönem 12 Mart dönemidir. Sıkıyönetim ve belirsizlik hakimdir ülkeye.
Cem eğitim ve tecrübe kazanmak için Paris’e gitmek isteyince Semra da ona katılabilsin diye nişanlanırlar ama Semra’ya izin çıkmaz, Cem gider. O Neil’in ‘günden geceye’ oyunu oynanırken meşhur oyuncu, evli çocuklu Beyhan Semra’ya takılmaya başlar ve sonunda beraber olmaya başlarlar. Özer de Aysel ile çıkıyordur. Aysel politik görüşlerinden ve aktivitelerinden dolayı tutuklanır. Semra da Beyhan’ın aslında “Küçük Oyuncu” mantığında bir insan olduğunu anlayınca ondan soğur. Ayrılırlar.
Semra sonunda asıl hep sevdiği Özer ile aşk yaşamaya başlar. Bu arada tiyatroya gelen İngiliz bir yönetmen sahneye Kral Lear’ı koymak için rol dağıtırken Semra’ya Kral Lear’in kızı olanKordelia rolü önerilir. Bu onun için büyük bir adımdır. Tiyatronun baş yöneticisi olan Kemal bu rolü almasına karşılık Semra’yla cinsel ilişkiye girmeyi isteyince Semra büyük bir hayal kırıklığına uğrar.
Özer de bir TV dizisinde çok başarılı olunca ona sinema teklifleri gelir ama istemediği rolleri oynamamak için kabul etmez. Sonra Karadeniz’e turneye çıkar ama denizde kaybolduğu haberi gelir. Semra bir türlü Özer’in ölümünü kabullenemez. Semra bu arada da tiyatroda yükselmekten vazgeçmiştir.


Gözlemlerim:

*Roman tiyatro üzerine faydalı bir rehber görevini görüyor. Yazarın tiyatro dünyasını iyi irdelediği belli. Oyuncuların aralarındaki ilişkiler/ tiyatroculuğun bilinen-bilinmeyen kuralları, tiyatronun doğası, prensipleri, meslek olarak kurallarına çeşitli örnekler mevcut:

“Yorumculuktur oyuncunun işi, gerçek sanat değildir.” (s3)

“Oyun otursun diye bir kez önemsiz kişiler karşısında oynamak, sonra eleştirmenlerin karşısına çıkmak yeni moda olmuştu.” (s5)

“Oyunun ilk on, on beş dakikasıdır söz konusu olan ve bu ilk on beş dakikada oyunun baş kişileri iyice belirlenir; ya sahnede görünürler ya da haklarında konuşulup tüm geçmişleri, kişilikleri anlatılır. Böylece seyirci kime dikkat edeceğini en başından bilir.” (s6-7)

“Beyhan Barlas’ın seyirciyi şıpır şıpır ağlatmak için tüm gücüyle sürdürdüğü oyundu.” (s20)

“Selam dedikse, o da büsbütün ayrı bir törendir bizim tiyatroda. Neredeyse oyunun kendisi kadar uzun sürer.” (s25)

“Oysa bilmezsiniz ki her alkışın, en uzun ve coşkulusundan en kısa ve cansızına değin her alkışın, bir eğrisi vardır.” (s26)

“Birtakım sözler ezberleyip sahnede yinelemek yeter sanıyorlar. Oysa her role bir yorum getirmek gerek değil mi?” (s40)

“İlk provalarda dümdüz okuyup, son provalara doğru oynamaya başlamaya karar verdim.” (s50)

“Tiyatroda her zaman iyimser olmalı, derler.” (s55)

“Karşındaki kötü replik verir ise, senin oyunun daha kötü olur.” (s63)

“Oyundan 1 saat önce oyuncunun neler çektiğini biliyor.” (s77)

“Sahneye çıkıp da ilk repliği veren herkes rahatlar.” (s78)

“Ama işte her oyunun ilk gecesinde ki o bir saat gene de başkadır, bambaşkadır.” (s78)

“Gece ilk kez tiyatro dünyasının gerçek garipliğini ta kemiklerimde duydum sanıyordum. Evet, bir gariptir oyuncuların dünyası.” (s78)

“Buncadır oyuncuyum, oyuna çıkmadan önce korkmayanını görmedim.” (s79)

“Allahtan bizde yuhalamak alışkanlığı yoktur pek.” (s81)

“Yalnız bir-iki kez, sahnede uyuyakalması gereken yerde gerçekten uyuyakaldı.” (s147)

“Arkasını döndüğü anda onun bu role nasıl da hiç uygun olmadığı kanısında birleşmeyen yoktu… Eee, tiyatronun geleneklerindendir bu gibi şeyler…” (s148)

“Tiyatronun en birinci, en karşı gelinmez kuralı nedir? Perde vaktinde açılacak! En büyük günah: perdenin vaktinde açılmaması.” (s160)

“Oyuna ille de yazarın aklından bile geçmeyen bir yorum getirmeye çalışıyorlarmış.” (s195)

“Oyunculukta ilerlemek için her şeyi göze alabilecek, üstelik yetenekli, üstelik, üstelik aklı başında bir kızın er geç çıkarının nerede yattığını ya da yatacağını anlayıp geleceğinden şüphesi yok!” (s208)

“ Bu dünyanın pisliklerine bulanmamak için sahne oyuncularının dünyasını seçmişim…” (s217)

*Günlük hayatın içinde tiyatrocuların oyunculuk alışkanlıklarından vazgeçmemeleri / tiyatro mesleğinin özel hayatlarına etkileri:

“Kişinin kendi kendine bir türlü tam nesnel gözle bakamadığı; kendi kendini aldatmak için türlü yollar bulup, kendi kendini tanımanın belki de basit yolunu bulamadığı.” (s17)

“Günlük yaşamında da sahneymiş gibi konuşurdu bu kadın; ağır  ağır, tane tane, sözcüklerin daha ağzından çıkarken gerçekliği yitirmelerini sağlayan garip bir vurgulamayla.” (s22)

“Yanlış, bozuk, gerçekdışı olmasına karşın kabul ettirmişti herkese, bir tür oyunculuk özelliği haline getirmişti.” (s41)

“Yanıt beklemeden topukları üstünde döndü gitti. (Sahne dönüşü)” (s125)

“Mister Dexter’e ben önerdim sizi…”  dedi, en derin sahne sesiyle…” (s154)

“Oyuncunun yaşamı… Bir garip yaşam işte… Oyun mu, gerçek mi belli değil… İkisinin karışımı ya da sentezi bir kargaşa, fazla soru sormadan benimsediğimiz… Oyuncuyuz biz, insanların karşıtıyız.” (s159)

“İnsanların gizli kapalı, kendi içlerinde yaşadıklarını, oyuncu herkesin gözü önünde açık açık, yaşamak zorunda… Acıyı, sevgiyi, ölümü gözünü kırpmadan sana bakan bir sürü kişinin önünde yaşamak.” (s159)

“Topukların üstünde bir sahne dönüşü.” (s199)

“İlerledi (sahnede yer değiştirmeden konuşulmaz ki).” (s200)

“Tam yerinde gülüşler, dudak büküşler… Arada durup içkisinden bir yudum almalar… Kusursuz bir mizansen…” (s202)

“Çok kesin olacak tüm devinmelerin. Ayağa kalktım sahnede iki adım atarcasına.” (s203)

*Hatırlatmak
‘’Ben ancak ansımaya başladıktan sonra anladım yaşadığımı. Eski acıyı, eski coşkuyu, eski sevinci daha bir derinden, daha bir gerçekten duyuyorum ansırken ya da işte, yeniden yaşarken. Yalnızca duymak değil, anlamak istediğim için de anlatmaya çalışıyorum.’’ (s4)

*Yazmak
‘’Yazdıkça açıklığa kavuşacak şeylerden biri bu.’’ (s11)

*Ankara
‘’Ankara’da küçük ev bulmak hemen hemen olanaksızdır zaten.  Amerika subay bolluğunda, onların sekiz kişilik ailelerini barındırmak için yapılmıştır başkentteki evlerin çoğunluğu.’’ (s12)

*İnsanın kendiyle ilişkisi
“Kişinin kendi kendine bir türlü tam nesnel gözle bakamadığı; kendi kendini aldatmak için türlü yollar bulup, kendi kendini tanımanın belki de basit yolunu bulamadığı...” (s17)

*Tanımlar:
-Artivist:
“Her türlü fırsatı yaratmak için çaba harcayan kişi. (s18)

-Oportünist:
“Önüne çıkan fırsatları kendi çıkarına değerlendiren kişi.” (s18)

*Sevmek
“Sevginin nedeni yok! Ya da gerçek sevgi nedensiz olanı… Ne oluyor biliyor musun o zaman? Herkesi seviyorsun, tüm insanları. Kusurları, yanlışları görmezlikten gelme zorunluluğu da kalkıyor ortadan… Görüyorsun her şeyi, anlıyorsun…” (s132)

*Mutluluk
“Mutluluk da mutsuzluk da kişinin ancak tek başına yaşayabildiği şeyler; başkalarını tümüyle dışarıda bırakan…” (s221)

*Aşk
“İşte o zaman da yüreğimin paldır küldür çarpmaya başlamadığını söylesem düpedüz yalan olur. Avuç içlerimden ter de boşandı. Doğrudan doğruya kimyasal bir tepkiydi benimkisi.” (s53)

“Dirseğimi tuttuğunda, yanlışlıkla eli elime değdiğinde, “Beni anlıyorsun,” derken gözleri parladığında, arada gülüverdiğinde yüreğim hopluyordu.” (s56)

“Belki de ona tutulmaya başlamıştım artık; onu beğenmek, olduğundan üstün görmek gereksinmesini duymaya başlamıştım bile.” (s62)

“… içim dışımı Beyhan’a bulamıştı.” (s70)

“Beni benimle paylaşır mısın bu gece?”  (s82)

“Onu uzaktan gördüğüm zaman bile kavuşurdum sanki istediklerime. Her gördüğümde yüreğim çarpardı işte.” (s92)

“Gene bir gün yazarken yazarken, sıradan bir olayı anlatadururken “Özer’i seviyorum” diye yazdım. Kalem kendiliğinden yazmıştı sanki. Bir an kağıda bakakaldım. Sonra birden, bu kez büyük bir hızla yeniden yazmaya koyuldum.” (s136)

“Cem bir çocukluk sevdası, onu sevdiğimi kendi kendimden saklayabilmem için yıllarca uzattığım… Beyhan dikkatsizliğimden dolayı içine düştüğüm gereksiz bir çukur… Ya da belki de öyle değil… Belki de gerekliydi Beyhan. Cem’in çocukluk sevdasından kurtulup gerçek sevdiğime erişebilmem için gerekli bir köprü.” (s136)

“Yalnızca yüreğimin göğsümden fırlayıp, gövdemden ayrılıp çok yüksek bir yerlerde çarpmaya koyulduğunu, benim de yüreğime ulaşmak için, onu yeniden yakalayıp yerli yerine koymak için olacak durmadan yükseklere,  daha yükseklere uçtuğumu….” (s140)

*Gülüvermek
“Başka bir şey gülüvermek. Gülüverince yüzü çocuklaştı, aydınlandı sanki.” (s40)

“Hesaba uymayan tek şey, arada bir gülüvermesiydi. Gerçekten değişiyordu o anlarda çünkü, tümüyle bambaşka bir kişilik yansıyordu o gözlerden.” (s57)

*Roman boyunca sahneye konulan oyunlar:
-Günden Geceye
Yazarı: Eugene O’Neil (s45, 46 ,48, 50, 61)

-Kral Lear
Yazarı: William Shakespeare (s148, 156, 184, 190)

*Dönemin politik gündemi (12 Mart dönemi sıkıyönetim, belirsizlik, işkenceler, tutuklanmalar, terör):
“Bir de gece sokağa çıkma yasağının başlama saatine çok yaklaşmıştık.” (s67)

“Götürmüşler dendiğinde kimin nereye götürdüğünü sormaya gerek yoktu o günlerde. Götürdükleri yerin adresi her zaman aynı olmuyormuş yalnız, götürüleni öyle birkaç gün içinde bulmak da olanaksızdı elbet.” (s69)

“Beyhan kalın perdeleri gece gündüz kapalı tutmaya korkuyordu, içeride anarşist saklanıyor kuşkusuyla evi basmaya kalkmasınlar diye.” (s85, 86)

“Ya ahmaklığına geldiği için, ya da sıkıyönetimden dolayı kapının nasıl olsa kırılacağını bilen.” (s127)

*Cinsellik:
“Hem biliyor musun, öpüşürken kalınlaşıyor dudakların.” (s66)

“Hem de ben hiçbir şey sormamışken, sevişmenin şaşırtıcı ısırgan yırtıcılığının sersemliğini üstümden atamamışken, memelerimin uçlarında dişlerinin bıraktığı acıdan kurtulamamışken, durup dururken…” (s72)

“İnsan cinselliğine söz geçiremiyor;  cinselliği ise belirli süreler için de olsa, kişinin her şeyine geçirebiliyor, kesinlikle anladım bunu.” (s75)

“Bir garipti Beyhan’ın sevişmesi de. Aşırı hırslı, dövüşken sanki. Okşarken çimdikleyen, öperken ısırıveren hırpalayıcı bir sevgi, üstelik yoran ama doyurmayan.” (s85)

*Beyhan’ın ‘küçük oyuncu’  kalması hayatta. Prensiplerinde tutunamayıp bir nevi ruhunu satıp ailesini dışlaması, sonunda tiyatronun çamaşırcısıyla karısı tarafından basılıp boşanmak ve çamaşırcısıyla evlenmek zorunda için eğitici bilgiler/gözlemleri:

“Tipik bir küçük oyuncu o.” (s115)

“Oyunu başından sonuna kadar doğru çizgide sürdüremeyen kişi.” (s116)

“Küçük oyunlarının gülünçlüğünü görmek, sonunun nereye varacağını baştan anlamak zor değil…” (s133)

“Beyhan küçük oyunculuğuna yaraşır seçimi yaptı elbet…” (s151)

“Ama kişiliğimizden ödün vermeden, küçük oyunlara düşmeden…” (s166)

“Yakıştırmasının tam onun küçük ruhuna uygun…” (s189)

“Kendi kendine yalanlar atmış… Küçük oyuncunun biri!” (s216)

 “Büyük oyuncu olamamakla küçük oyuncu olmak arasında; küçük oyuncu olmayı geri çevirmekle hiç oyuna katılmamak arasında;” (s229)

 “Küçük rolleri bir küçük oyuncu gibi değil de, güzel, doğru oynamak için…” (s230)

5 Eylül 2013 Perşembe

Fakir Baykurt- Keklik


AAKA-394
Okuduğum Tarih: Nisan 2011

Fakir Baykurt’un hayatında yazmış olduğu tüm romanlarını ve şiirlerini okuduğumu zannediyorum. Keklik kesinlikle en iyilerinden biri, harika bir romanı. Büyük bir zevkle ve saygıyla okudum. Roman insanın çok sevdiği bir şey uğruna elinden geleni yapması üzerine çok önemli bir ders içeriyor. Yaşar’ın bir köylü çocuğu olarak yalnızca avlanma amaçlı beslenen bir keklikle arasında kurduğu ilişkiyi roman duygusal ve edebi şekilde anlatıyor, okuyucuya aktarıyor.

          Romanın Özeti:

          Yaşar, 13 yaşında bir köy çocuğudur. Ailesinde en çok dedesiyle yakındır. Dedesi Elvan Çavuş 80 yaşlarındadır. Yaşar’ın babası Seyit yaşadıkları Dökülcek Köy’ünden çıkmak ve Ankara’da bir iş bulmak ya da Almanya’ya göç edip çalışmak hayalindedir. Köylerine sık sık Ankara’da yaşayan Amerikalılardan bir grup kişi keklik ve domuz avına gelmektedirler. Seyit Ankara’ya, köylüsü Ali’nin kapıcılık yaptığı binaya ziyarete gittiğinde dairelerin birinde oturan John Harper adlı bir Amerikalıyla tanışır ve onu köylerine avlanmaya gelmesi için ikna eder. Harper, köylerinde Yaşar’ın evcilleştirdiği keklik ile babası Seyit’in isteği üzerine avlanır. Yaşar’ın kekliği dişidir. Dişi keklik bağırmaya (ötmeye) başlayınca sürüyle erkek keklik akın ettiğinden avlanmaları çok kolay olmaktadır. Seyit, Yaşar’ın kekliğine bayılan Harper’ın gözüne girmek için Yaşar görmeden kekliği alıp Amerikalıya hediye eder, Harper da bunun karşılığında Seyit’e kendi çalıştığı yabancı Tulag firmasında iş alım formu doldurtur. Ama işe alınma öncesi güvenlik sebebiyle Seyit hakkında araştırma yapılmaya başlanır.
          Yaşar kekliği gittiği için kahrolur ve hiçbir şeyden zevk almaz olunca dedesi kekliği torununun akıl sağlığı için geri almak zorunda olduklarını anlar. Harper yine köye geldiğinde ondan geri isterler ama Harper buna yanaşmaz. Bunun üzerine dede torun kaymakama başvururlar o da Yaşar reşit olmadığı için şansları olmadığını söyler. Sonra dönemin başbakanı Demirel’in eşi Nazmiye hanımın Ankara’daki evine gidip ondan yardım isterler. Böyle oradan oraya gittikten sonra çareyi Harper’in yaşadığı apartmanın önünde yatıp kalkıp Harper’dan kekliği sürekli geri istemekte bulurlar. Ancak binada yaşayanlardan ve kuvvetli politik nüfuzu olan düzenbaz kılıklı tüccar Nejat bey onlardan şüphelenip karakola ihbarda bulununca tutuklanırlar ve iyice dövülüp elektrik ve copla işkence gördükten sonra Nazmiye Demirel hanım tarafından kurtarılırlar. Tekrar apartmanın önüne geldiklerinde dairelerin bir başkasında oturan öğrenci arkadaşlarından Turgut-Naci-Murat üçlüsü dede torunu evlerinde ağırlayınca bu sefer de albay olan bir başka kiracı tarafından ihbar edilince çocuklar yine içeri alınırlar ama fazla kalmadan çıkarlar. Bu olaylar neticesinde öğrenciler dede torunu ertesi gün evlerinden çıkarmak zorunda kalırlar ama bir yandan da kekliği almak için plan yapmaya başlarlar. Plan yaparlarken gençler yaptıkları kekliği kurtarma planları sırasında evlerinin dinlendiğini general olan bir eniştelerinin uyarısı sonucu öğrenirler.
          Kekliği kurtarmak için çocuklarının aklına kekliği başkasıyla değiştirme fikri gelir. Bunun için apartmanın diğer sakinlerinden Turgut’la ilişki yaşayan Sema hanım ile Murat’la ilişki yaşayan Nejat’ın karısı Nezahat hanım ve kapıcısının karısı Gülcan da destek verirler. Bayanlar aralarında plan yaparak gülcan’ı Harper’ın evinde temizlik yaparken keklikleri değiştirme ile görevlendirirler. Gülcan bu görevi başarıyla yerine getirir.
          Bu arada Seyit pişmanlık içerisinde dedesi ve torunu ile barışır; hakkında yapılan soruşturmada zamanında ‘İşçi Partisine’ oy verdiği anlaşılınca iş alımı iptal edilmiştir.
          Çocuklar kekliği Yaşar’a verince dünyalar onun olur ve dede, baba ve torun mutlu bir şekilde köylerine dönerler.

          Gözlemlerim:

          *Kurgusundan dolayı şimdiye kadar okuduğum en ilginç kitaplardan biriydi. Hikayeyi parça parça birbirinden çok farklı karakterler kendi ruh halleri, uslüpları, konuşma ve düşünme tarzlarıyla anlatıyorlar, bu da romanın çok enteresan olmasını sağlıyor.
Anlatıcılar: Yaşar, dede Elvan Çavuş, baba Seyit, Yaşar’ın abisi Ali, Nejat Bey, Turgut, John Harper, Naci, Gülcan, Nezahat Hanım, Sema Hanım yani toplamda 11 kişi. Tabii ki ağırlık anlatımlar Yaşar, Elvan ve Seyit üzerinde. John Harper’ın kendi anlattığı parçayı Tarzanca bir Türkçeyle anlatması da eğlenceli ve ilginç.

          *Romanda şevkat ifadesi oluşturmak için kullanılan ekler çok anlamlı: Dedengil, Babangil, Turgutgil, Alexsandergil gibi Bu kitabı okurken bende ikinci çocuğum kızım Ela’ya, Elagil demeye başladım ve bundan ayrı bir keyif aldım.

          *Köylü yaşamı roman boyunca tüm naifliğiyle, saflığıyla, doğallığıyla, aksanıyla aktarılıyor. Özellikle romanı okurken köylü aksanını kulaklarımda duyuyor gibi oluyorum.

          *Romanın önemli bilgi kapılarından biri de Ankara’da bir kapıcının hayatından kesitler. Kurallarıyla, alışkanlıklarıyla, toplum tarafından irdelenmesiyle kapıcılık mesleği Baykurt tarafından işleniyor.

          *Yaşar ve dedesi Elvan Çavuş’un yanlış anlaşılıp işkence görmeleri çok acıklı. Okuyucu olarak umudumu kaybetmeye başlarken kekliğin bulunması iyi bir haber olarak karşımıza çıkıyor ve yapılan tüm çabaları haklı çıkarıyor.

          *Aşk:
          Yaşar’ın Gülnare’ye aşkı: ‘’Ama onu gördüm mü, uçmak istiyorum yerden yukarlara. Kanatlarım yok diye hayıflanıyorum.’’ (s12)

          *Dilbilim:
          -Enteresan deyişler:
‘’Gözümün yağını yesin.’’ (s34)
‘’Neyse, geçmişe mazi, yenmişe kuzu.’’ (s57)
‘’Eşşeğini sağlam kazığa bağla, ondan sonra Allah’a havale et.’’ (s105)
‘’Zeyniniz dağılır.’’ (s233)
‘’Ben varırken onun gözleri kaçıyor; o gelirken benim gözler sıvışmış.’’ (s328)

          -Köylü terimleri:
-Tomafil (s21)
-Otopas (s70)
-Faturaf (s79)
-Konda (s82)
-Urus (s148)
-Dutgu (s179)

          -Yabancı isimlerin yazılışı:
-Ceyn (Jane)
-İracır (Roger)
-Harpır (Harper)

          *Romana serpiştirilmiş şiirler:
          ‘’Keklik gibi kanadımı süzmedim
          O yar ile doya doya gezmedim
          Bu karayazıyı kendim yazmadım
          Alnıma yazılmış bu karayazı
          Kader böyle imiş, ağlarım bazı.’’ (s43)

          ‘’Polatlı yollarında
          Helkeler kollarında
          Allah canımı alsın
          O yârin kollarında’’ (s95)

          ‘’Keklik koydum al ardıcın başına
          Kanrılır kanrılır öter eşine’’ (s100)

          ‘’Yayla yollarında göç katar katar
          Eşinden ayrılmış bir palaz öter
          Ötme palaz; ötme, ötme, ötme
          Benim derdim senin derdinden beter’’ (s138)

          ‘’Yaslı gittim, şen geldim
          Aç Koynunu ben geldim
          Bana bir yudum su ver
          Çok uzak yerden geldim’’ (s325)

          *Eşitlik:
          ‘’Asker durmuş kapıya, alay ederek baktı yüzüme. Güldüm. İçimden, “Ne alay edersin ay cahil oğlum! Soyunsan sırtındakini, ne farkın var benden?” dedim.’’ (s77)

          *Para:
          ‘’Parayla giriliyor dediler. Sordum kaça? İki buçuğa! İki buçuğa, sıkışırsam karnımı doyururum. Ne yapayım edeyim? Çok düşündüm. Neye böyle para koymuşlar? Ne yapacaklar biriktirip, biriktirip.’’ (s79)

          *Gelenekler:
          ‘’Köyümüzün sürüp gelen töresine göre, bir büyük ne derse, küçük onu dinler.’’ (s86)

          ‘’Hem oğlum oturacak, hem ben; bir içki sofrasında mümkünsüz!...’’ (s96)

          ‘’İki büklüm eğilip selam verdi dedem. Şapkası göğsünde Bende onun gibi yaptım. Saygının yolu budur sanıyordum.’’ (s163)

          ‘’Çocuk kekliğe âşık! Olur tabii. Köy çocuğu. Eliyle büyütmüş…’’ (s289)

          *Eğitimli insanların konuşurken kalem arkasını ağızlarına koyup adeta kemirmesi:
          ‘’Bu da kalemini geviyor. Demek büyük memurlar düşünürken hep kalem geviyor.’’ (s162)

          ‘’Bakalım bu da gevecek mi kalemini diye bekliyorum. Uzun kuyruklu, kara bir kalem var elinde. Yavaş yavaş ağzına götürüp başlamasın mı gevmeğe!...’’ (s164)

          *Hancının zeki müşteriyle zekileşeceğini düşünmesi:
           ‘’Akıllı adamlar geçmiyor benim handan. Hep akılsızlar gelip gidiyor. Hiçbir şey öğrenemiyorum. Onun için bir yanıt söyleyemem sizin davaya…’’ (s169)

          *Sevişmek:
“Şu anda kaç kişi sevişiyor apartmanımızda? Şehirde kaç kişi sevişiyor? Kaç kişi sevişmesini tamamladı, kondularda uykuya vardı? İçlerinden kaçı uyuyup uyanıp yeniden sevişmeye koyuldu? Kaç kişi Anadolu’da, Trakya’da köylerde sevişip, erkenden yattı? Kaç kişi bizim gibi? Kaçı karı koca? Kaçı çocuğa kaldı kadınların? Kaçı korundu? Kaç çift korunmadan sevişti? Kaç kişi bizim Söke’de? Kaç kişi İzmir’de? Annemle beybabam bir şey yaptı m? Kaç kişi Göller Bölgesi’nde, Antalya’da, Mersin’de? Kaç kişi sabahın olmasına kızıyor; kaç kişi hovardalıktan dönüyor? Kaç kişi gece olsun diye bekliyor? Akan dölleri toplasan, kaç ton tutar?” Yoksa böyle düşünmek de bir tür maraz mı? Özellikle cinsel yaşamımız ne kadar ağır baskı altında! Ne kadar ağır baskılar var insanoğlunun yaşamında! Ne kadar türlü çeşit baskı bunlar!...’’ (s310)

          *Şehir – Köy hayatı çeşitli yollarla kitapta sürekli sorgulanıyor.

          *Süleyman Demirel, eşi Nazmiye hanım sözleriyle, davranışlarıyla çeşitli zamanlarda romanın konuğu oluyorlar.

          *Dönemin anarşist eğilimlerinin çerçevesinde genç ve zararsız öğrencilerin (Turgut-Murat-Naci) evlerine dinleme cihazı konulması insan haklarına karşı bir eylem olarak ifade ediliyor. Çocukların verici bulma çabalarıyla da sonuçta başarılı olmalarıyla beraber kitabın negatif enerjisini (yalnızca o bölüm için) nötrleştiriyor.

          *Keklik avı:
Keklik avı çok ilginç bir avlanma türü. Dişi keklik kafeste ormanda bekletilirken dişi kekliğin bağırmalarına ötüşlerine bir sürü erkek kuş cazibeye kapılıp gelince avcılar da rahatlıkla onları avlıyorlar.

          ‘’Kafese sardığı örtüyü çözdü. Meşenin içine sakladı kekliği. Dışarıdan bakınca görünmeyecek. Orda keklik var mı yok mu belli olmuyor.  On metre kadar çekilip yattık. Çıtırtı yaparsak, bizimkinin sesine gelen keklikler huylanır.’’ (s44)

          ‘’Bizim keklik parçalanıyordu. Ateşli ateşli ötüyor, kendi diliyle kim bilir neler söylüyordu. Ötekiler sekip sekip geliyordu, meşenin içine girmek için çırpınıyorlardı.’’ (s45)

          ‘’Eniştem yeni bir meşe dibi seçti. Kafesi onun içine sakladı. Az sonra kardeşimin kekliği ötmeye başladı. Uzun uzun, yanık yanık ötüyor. Öteki keklikler dört koldan karşılık veriyor. Hem de yaklaşıyorlardı gittikçe.’’ (s46)

          *Yaşar’ın gözüyle dünya, çocuk psikolojisi:
          ‘’Erkekten sayılmadığım çağdı.’’ (s5)

          ‘’Yetişkin bir insan olsa ağzına furur alırız; çocuk olunca iş değişir. Benim kafam böyle çalışır. Babam da böyle diyor.’’ (s101)

          ‘’İki büklüm eğilip selam verdi dedem. Şapkası göğsünde. Ben de onun gibi yaptım. Saygının yolu budur sanıyordum.’’ (s163)

          ‘’Bakalım bu da gevecek mi kalemini diye bekliyorum. Uzun kuyruklu, kara bir kalem var elinde. Yavaş yavaş ağzına götürüp başlamasın mı gevmeğe!... Aşk olsun valla! “Ben kaymakam, vali, yardımcı şu bu olmam okuyabilsem” dedim. “Kim bilir ne zordur bunca gün kalem gevmek…” (s164)

          ‘’Bir çocuğun dutgusu kimsenin saygısını çekmiyor.’’ (s179)

          *Köylünün kendisini büyük şehirde (Ankara’da) ezik hissetmesi:
‘’Perdeler, koltuklar, camlar, camekânlar; ev dediğin böyle olacak! Bir kendimize baktık, bir koltuklara; oturmayı yakıştıramadık. Dikeldiğimiz yerde beklemeğe başladık.’’ (s176)

          ‘’Ben içimden diyordum ki, şehirlerde insanlar tuhaf olmuş. Değişmeyen köylerde biz kalmışız. İçi başka, dışı başka alemin. Herkesin en az iki yüzü var. Biri içinde, biri dışında. Kimse içindekini göstermiyor. Dışındaki de yapmacık. Bu avrat içindekini gösteriyor. Nazmiye Hanımgil’den alacaklı gibi konuşuyor.’’ (s177)

          ‘’Bu kez o benim boynuma sarıldı, öptü yüzümü. Çok beğendim: İğrenmedi.’’ (s299)