5 Eylül 2013 Perşembe

Fakir Baykurt- Keklik


AAKA-394
Okuduğum Tarih: Nisan 2011

Fakir Baykurt’un hayatında yazmış olduğu tüm romanlarını ve şiirlerini okuduğumu zannediyorum. Keklik kesinlikle en iyilerinden biri, harika bir romanı. Büyük bir zevkle ve saygıyla okudum. Roman insanın çok sevdiği bir şey uğruna elinden geleni yapması üzerine çok önemli bir ders içeriyor. Yaşar’ın bir köylü çocuğu olarak yalnızca avlanma amaçlı beslenen bir keklikle arasında kurduğu ilişkiyi roman duygusal ve edebi şekilde anlatıyor, okuyucuya aktarıyor.

          Romanın Özeti:

          Yaşar, 13 yaşında bir köy çocuğudur. Ailesinde en çok dedesiyle yakındır. Dedesi Elvan Çavuş 80 yaşlarındadır. Yaşar’ın babası Seyit yaşadıkları Dökülcek Köy’ünden çıkmak ve Ankara’da bir iş bulmak ya da Almanya’ya göç edip çalışmak hayalindedir. Köylerine sık sık Ankara’da yaşayan Amerikalılardan bir grup kişi keklik ve domuz avına gelmektedirler. Seyit Ankara’ya, köylüsü Ali’nin kapıcılık yaptığı binaya ziyarete gittiğinde dairelerin birinde oturan John Harper adlı bir Amerikalıyla tanışır ve onu köylerine avlanmaya gelmesi için ikna eder. Harper, köylerinde Yaşar’ın evcilleştirdiği keklik ile babası Seyit’in isteği üzerine avlanır. Yaşar’ın kekliği dişidir. Dişi keklik bağırmaya (ötmeye) başlayınca sürüyle erkek keklik akın ettiğinden avlanmaları çok kolay olmaktadır. Seyit, Yaşar’ın kekliğine bayılan Harper’ın gözüne girmek için Yaşar görmeden kekliği alıp Amerikalıya hediye eder, Harper da bunun karşılığında Seyit’e kendi çalıştığı yabancı Tulag firmasında iş alım formu doldurtur. Ama işe alınma öncesi güvenlik sebebiyle Seyit hakkında araştırma yapılmaya başlanır.
          Yaşar kekliği gittiği için kahrolur ve hiçbir şeyden zevk almaz olunca dedesi kekliği torununun akıl sağlığı için geri almak zorunda olduklarını anlar. Harper yine köye geldiğinde ondan geri isterler ama Harper buna yanaşmaz. Bunun üzerine dede torun kaymakama başvururlar o da Yaşar reşit olmadığı için şansları olmadığını söyler. Sonra dönemin başbakanı Demirel’in eşi Nazmiye hanımın Ankara’daki evine gidip ondan yardım isterler. Böyle oradan oraya gittikten sonra çareyi Harper’in yaşadığı apartmanın önünde yatıp kalkıp Harper’dan kekliği sürekli geri istemekte bulurlar. Ancak binada yaşayanlardan ve kuvvetli politik nüfuzu olan düzenbaz kılıklı tüccar Nejat bey onlardan şüphelenip karakola ihbarda bulununca tutuklanırlar ve iyice dövülüp elektrik ve copla işkence gördükten sonra Nazmiye Demirel hanım tarafından kurtarılırlar. Tekrar apartmanın önüne geldiklerinde dairelerin bir başkasında oturan öğrenci arkadaşlarından Turgut-Naci-Murat üçlüsü dede torunu evlerinde ağırlayınca bu sefer de albay olan bir başka kiracı tarafından ihbar edilince çocuklar yine içeri alınırlar ama fazla kalmadan çıkarlar. Bu olaylar neticesinde öğrenciler dede torunu ertesi gün evlerinden çıkarmak zorunda kalırlar ama bir yandan da kekliği almak için plan yapmaya başlarlar. Plan yaparlarken gençler yaptıkları kekliği kurtarma planları sırasında evlerinin dinlendiğini general olan bir eniştelerinin uyarısı sonucu öğrenirler.
          Kekliği kurtarmak için çocuklarının aklına kekliği başkasıyla değiştirme fikri gelir. Bunun için apartmanın diğer sakinlerinden Turgut’la ilişki yaşayan Sema hanım ile Murat’la ilişki yaşayan Nejat’ın karısı Nezahat hanım ve kapıcısının karısı Gülcan da destek verirler. Bayanlar aralarında plan yaparak gülcan’ı Harper’ın evinde temizlik yaparken keklikleri değiştirme ile görevlendirirler. Gülcan bu görevi başarıyla yerine getirir.
          Bu arada Seyit pişmanlık içerisinde dedesi ve torunu ile barışır; hakkında yapılan soruşturmada zamanında ‘İşçi Partisine’ oy verdiği anlaşılınca iş alımı iptal edilmiştir.
          Çocuklar kekliği Yaşar’a verince dünyalar onun olur ve dede, baba ve torun mutlu bir şekilde köylerine dönerler.

          Gözlemlerim:

          *Kurgusundan dolayı şimdiye kadar okuduğum en ilginç kitaplardan biriydi. Hikayeyi parça parça birbirinden çok farklı karakterler kendi ruh halleri, uslüpları, konuşma ve düşünme tarzlarıyla anlatıyorlar, bu da romanın çok enteresan olmasını sağlıyor.
Anlatıcılar: Yaşar, dede Elvan Çavuş, baba Seyit, Yaşar’ın abisi Ali, Nejat Bey, Turgut, John Harper, Naci, Gülcan, Nezahat Hanım, Sema Hanım yani toplamda 11 kişi. Tabii ki ağırlık anlatımlar Yaşar, Elvan ve Seyit üzerinde. John Harper’ın kendi anlattığı parçayı Tarzanca bir Türkçeyle anlatması da eğlenceli ve ilginç.

          *Romanda şevkat ifadesi oluşturmak için kullanılan ekler çok anlamlı: Dedengil, Babangil, Turgutgil, Alexsandergil gibi Bu kitabı okurken bende ikinci çocuğum kızım Ela’ya, Elagil demeye başladım ve bundan ayrı bir keyif aldım.

          *Köylü yaşamı roman boyunca tüm naifliğiyle, saflığıyla, doğallığıyla, aksanıyla aktarılıyor. Özellikle romanı okurken köylü aksanını kulaklarımda duyuyor gibi oluyorum.

          *Romanın önemli bilgi kapılarından biri de Ankara’da bir kapıcının hayatından kesitler. Kurallarıyla, alışkanlıklarıyla, toplum tarafından irdelenmesiyle kapıcılık mesleği Baykurt tarafından işleniyor.

          *Yaşar ve dedesi Elvan Çavuş’un yanlış anlaşılıp işkence görmeleri çok acıklı. Okuyucu olarak umudumu kaybetmeye başlarken kekliğin bulunması iyi bir haber olarak karşımıza çıkıyor ve yapılan tüm çabaları haklı çıkarıyor.

          *Aşk:
          Yaşar’ın Gülnare’ye aşkı: ‘’Ama onu gördüm mü, uçmak istiyorum yerden yukarlara. Kanatlarım yok diye hayıflanıyorum.’’ (s12)

          *Dilbilim:
          -Enteresan deyişler:
‘’Gözümün yağını yesin.’’ (s34)
‘’Neyse, geçmişe mazi, yenmişe kuzu.’’ (s57)
‘’Eşşeğini sağlam kazığa bağla, ondan sonra Allah’a havale et.’’ (s105)
‘’Zeyniniz dağılır.’’ (s233)
‘’Ben varırken onun gözleri kaçıyor; o gelirken benim gözler sıvışmış.’’ (s328)

          -Köylü terimleri:
-Tomafil (s21)
-Otopas (s70)
-Faturaf (s79)
-Konda (s82)
-Urus (s148)
-Dutgu (s179)

          -Yabancı isimlerin yazılışı:
-Ceyn (Jane)
-İracır (Roger)
-Harpır (Harper)

          *Romana serpiştirilmiş şiirler:
          ‘’Keklik gibi kanadımı süzmedim
          O yar ile doya doya gezmedim
          Bu karayazıyı kendim yazmadım
          Alnıma yazılmış bu karayazı
          Kader böyle imiş, ağlarım bazı.’’ (s43)

          ‘’Polatlı yollarında
          Helkeler kollarında
          Allah canımı alsın
          O yârin kollarında’’ (s95)

          ‘’Keklik koydum al ardıcın başına
          Kanrılır kanrılır öter eşine’’ (s100)

          ‘’Yayla yollarında göç katar katar
          Eşinden ayrılmış bir palaz öter
          Ötme palaz; ötme, ötme, ötme
          Benim derdim senin derdinden beter’’ (s138)

          ‘’Yaslı gittim, şen geldim
          Aç Koynunu ben geldim
          Bana bir yudum su ver
          Çok uzak yerden geldim’’ (s325)

          *Eşitlik:
          ‘’Asker durmuş kapıya, alay ederek baktı yüzüme. Güldüm. İçimden, “Ne alay edersin ay cahil oğlum! Soyunsan sırtındakini, ne farkın var benden?” dedim.’’ (s77)

          *Para:
          ‘’Parayla giriliyor dediler. Sordum kaça? İki buçuğa! İki buçuğa, sıkışırsam karnımı doyururum. Ne yapayım edeyim? Çok düşündüm. Neye böyle para koymuşlar? Ne yapacaklar biriktirip, biriktirip.’’ (s79)

          *Gelenekler:
          ‘’Köyümüzün sürüp gelen töresine göre, bir büyük ne derse, küçük onu dinler.’’ (s86)

          ‘’Hem oğlum oturacak, hem ben; bir içki sofrasında mümkünsüz!...’’ (s96)

          ‘’İki büklüm eğilip selam verdi dedem. Şapkası göğsünde Bende onun gibi yaptım. Saygının yolu budur sanıyordum.’’ (s163)

          ‘’Çocuk kekliğe âşık! Olur tabii. Köy çocuğu. Eliyle büyütmüş…’’ (s289)

          *Eğitimli insanların konuşurken kalem arkasını ağızlarına koyup adeta kemirmesi:
          ‘’Bu da kalemini geviyor. Demek büyük memurlar düşünürken hep kalem geviyor.’’ (s162)

          ‘’Bakalım bu da gevecek mi kalemini diye bekliyorum. Uzun kuyruklu, kara bir kalem var elinde. Yavaş yavaş ağzına götürüp başlamasın mı gevmeğe!...’’ (s164)

          *Hancının zeki müşteriyle zekileşeceğini düşünmesi:
           ‘’Akıllı adamlar geçmiyor benim handan. Hep akılsızlar gelip gidiyor. Hiçbir şey öğrenemiyorum. Onun için bir yanıt söyleyemem sizin davaya…’’ (s169)

          *Sevişmek:
“Şu anda kaç kişi sevişiyor apartmanımızda? Şehirde kaç kişi sevişiyor? Kaç kişi sevişmesini tamamladı, kondularda uykuya vardı? İçlerinden kaçı uyuyup uyanıp yeniden sevişmeye koyuldu? Kaç kişi Anadolu’da, Trakya’da köylerde sevişip, erkenden yattı? Kaç kişi bizim gibi? Kaçı karı koca? Kaçı çocuğa kaldı kadınların? Kaçı korundu? Kaç çift korunmadan sevişti? Kaç kişi bizim Söke’de? Kaç kişi İzmir’de? Annemle beybabam bir şey yaptı m? Kaç kişi Göller Bölgesi’nde, Antalya’da, Mersin’de? Kaç kişi sabahın olmasına kızıyor; kaç kişi hovardalıktan dönüyor? Kaç kişi gece olsun diye bekliyor? Akan dölleri toplasan, kaç ton tutar?” Yoksa böyle düşünmek de bir tür maraz mı? Özellikle cinsel yaşamımız ne kadar ağır baskı altında! Ne kadar ağır baskılar var insanoğlunun yaşamında! Ne kadar türlü çeşit baskı bunlar!...’’ (s310)

          *Şehir – Köy hayatı çeşitli yollarla kitapta sürekli sorgulanıyor.

          *Süleyman Demirel, eşi Nazmiye hanım sözleriyle, davranışlarıyla çeşitli zamanlarda romanın konuğu oluyorlar.

          *Dönemin anarşist eğilimlerinin çerçevesinde genç ve zararsız öğrencilerin (Turgut-Murat-Naci) evlerine dinleme cihazı konulması insan haklarına karşı bir eylem olarak ifade ediliyor. Çocukların verici bulma çabalarıyla da sonuçta başarılı olmalarıyla beraber kitabın negatif enerjisini (yalnızca o bölüm için) nötrleştiriyor.

          *Keklik avı:
Keklik avı çok ilginç bir avlanma türü. Dişi keklik kafeste ormanda bekletilirken dişi kekliğin bağırmalarına ötüşlerine bir sürü erkek kuş cazibeye kapılıp gelince avcılar da rahatlıkla onları avlıyorlar.

          ‘’Kafese sardığı örtüyü çözdü. Meşenin içine sakladı kekliği. Dışarıdan bakınca görünmeyecek. Orda keklik var mı yok mu belli olmuyor.  On metre kadar çekilip yattık. Çıtırtı yaparsak, bizimkinin sesine gelen keklikler huylanır.’’ (s44)

          ‘’Bizim keklik parçalanıyordu. Ateşli ateşli ötüyor, kendi diliyle kim bilir neler söylüyordu. Ötekiler sekip sekip geliyordu, meşenin içine girmek için çırpınıyorlardı.’’ (s45)

          ‘’Eniştem yeni bir meşe dibi seçti. Kafesi onun içine sakladı. Az sonra kardeşimin kekliği ötmeye başladı. Uzun uzun, yanık yanık ötüyor. Öteki keklikler dört koldan karşılık veriyor. Hem de yaklaşıyorlardı gittikçe.’’ (s46)

          *Yaşar’ın gözüyle dünya, çocuk psikolojisi:
          ‘’Erkekten sayılmadığım çağdı.’’ (s5)

          ‘’Yetişkin bir insan olsa ağzına furur alırız; çocuk olunca iş değişir. Benim kafam böyle çalışır. Babam da böyle diyor.’’ (s101)

          ‘’İki büklüm eğilip selam verdi dedem. Şapkası göğsünde. Ben de onun gibi yaptım. Saygının yolu budur sanıyordum.’’ (s163)

          ‘’Bakalım bu da gevecek mi kalemini diye bekliyorum. Uzun kuyruklu, kara bir kalem var elinde. Yavaş yavaş ağzına götürüp başlamasın mı gevmeğe!... Aşk olsun valla! “Ben kaymakam, vali, yardımcı şu bu olmam okuyabilsem” dedim. “Kim bilir ne zordur bunca gün kalem gevmek…” (s164)

          ‘’Bir çocuğun dutgusu kimsenin saygısını çekmiyor.’’ (s179)

          *Köylünün kendisini büyük şehirde (Ankara’da) ezik hissetmesi:
‘’Perdeler, koltuklar, camlar, camekânlar; ev dediğin böyle olacak! Bir kendimize baktık, bir koltuklara; oturmayı yakıştıramadık. Dikeldiğimiz yerde beklemeğe başladık.’’ (s176)

          ‘’Ben içimden diyordum ki, şehirlerde insanlar tuhaf olmuş. Değişmeyen köylerde biz kalmışız. İçi başka, dışı başka alemin. Herkesin en az iki yüzü var. Biri içinde, biri dışında. Kimse içindekini göstermiyor. Dışındaki de yapmacık. Bu avrat içindekini gösteriyor. Nazmiye Hanımgil’den alacaklı gibi konuşuyor.’’ (s177)

          ‘’Bu kez o benim boynuma sarıldı, öptü yüzümü. Çok beğendim: İğrenmedi.’’ (s299)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder