20 Kasım 2013 Çarşamba

Yakup Kadri Karaosmanoğlu - Hep O Şarkı



Okuduğum Tarih: Ekim 2009

Yakup Kadri’nin bu romanından büyük keyif aldım, hikaye acıklı olsa da İstanbul’un bir döneminin yaşayışına, geleneklerine ve politik olaylarına uzaktan da olsa değiniyor.

Romanın Özeti:
Münire ve Cemil, iki komşu yalıda oturan ailelerin çocuklarıdır ve küçüklüklerinden beri birbirlerini sevmektedirler. Cemil sevdiği kızı ailesinden istemiş olsa da Münire’nin babasının Cemil’i haşarı-çapkın bulmasından dolayı reddedilir.

Akabinde Münire, Rüknettin bey konağına gelin gider. Kocasını hiç sevmez üstüne üstlük kocasının konağın hizmetçilerinden birini hamile bıraktığını da öğrenir. Kocasının ilk kez kendisini aldattığını öğrendiğinden beri kendisine yaklaşan Cemil ile Zeyrekli Fatma Hanım’ın evinde gizlice görüşmeye ve aşkını tazelemeye başlamıştır. Kocasının da bir hizmetçiyi hamile bırakmasını fırsat bilerek Münire baba evine geri döner ve arada sırada ziyarete gittiği halasının yalısında Cemil ile görüşmeye devam eder. Bu arada da Cemil’e de saraydan bir kız uygun görülmüş fakat o reddettiği için Padişah kendisini ve ailesini doğuya sürmüştür. Bunun üzerine yirmi beş yıl görüşemezler.

Roman yirmi beş yıl sonrasında Münire’nin anlatması ile devam eder. Halasıyla komşularına saz faslı dinlemeye gittiklerinde Münire, Cemil ile bunca yıl sonra tekrar karşılaşır ve  daha birbirlerini görmeden Cemil’in ona eski aşklarını ifade eden -zamanında ona bununla serenad yaptığı- şarkıyı icra edişini dinleyince kahrolur. Cemil de arada Anadolu’da yaşarken evlenmiş ve iki erkek çocuğu olmuştur. Ancak hayat ışığını kaybetmiş, şişmanlamış, çökmüş yalnız hayatını oğullarına adamıştır. Hayat iki sevgiliyi büsbütün ayırmıştır. Münire de hiç evlenmeden yaşlanmıştır.

Gözlemlerim:

*Yakup Kadri’nin romanını bir kadın karakterin ağzından anlatmasını sevdim. Çünkü bir erkek romancının bir kadın profilini karakterize etmesi ilginçti.

*Romanın birbirinden ayrı ve çok uzun iki zaman diliminde geçmesi de hikayenin kurgusuna renk kattı. 

*Romanın ana temalarından olan Cemil Bey’in ilan-ı aşk ettiği; 
“O şarkı” Münire’nin sık sık ruh hallerini anlatmak için dile getiriliyor. 
“Çünkü o akşam Cemil Bey bana bir şarkı söylemişti.” (s28)
“Bu ses bana, gecenin ilerlemiş bir saatinde el etek çekildikten sonra, pes perdeden, hep o şarkıyı söylemekte devam ediyordu.” (s31)
“O bana ilk defa böyle hitap ediyordu ve onun tarafından hiç alışmadığım bu samimilik, bu laubalilik beni kızdıracağı yerde, tam tersine bir takım tatlı hislere daldırıvermişti. Öyle hisler ki, hep o şarkıyı dinlerken duyduklarımdan farksızdı.” (s69)
“Kalbim türlü türlü ümitler ve arzularla doluydu ve kulaklarımı Cemil Bey’in şarkısı, Cemil Bey’in sesi sanki ilk defa olarak okşuyor gibiydi.” (s85)
“Hem bu sefer, eskisi kadar nezaret altına alınamayacağına göre, geceleri pencereden pencereye fısıldaşmak, sabahları gözümü onun yüzüne bakarak açmak ve ara sıra da-kim bilir belki- yatağın içinden o şarkıyı dinlemek eskisine nispeten çok daha kolay olacaktı.” (s108)
“Mehtap alemlerinin sonuna doğru o şarkıyı doya doya, kana  kana dinlediğim oluyordu.” (s109)
“– O şarkınızı kulağıma söyler misiniz?” dedim.” (s115)
“Bir de o esnada, o şarkı, bizim şarkımız söylenmeye başlamasın mı?” (s124)
“Benim şarkım söylenip bittikten sonra bütün bunların ne hükmü var?” (s142)
“Hızla yürümeye çabalayarak, sünnet düğünü gecesi, sedefi feracemle oturup  Cemil Bey’in şarkısını ilk defa dinlediğim taraçanın bulunduğu noktayı aramaya başladım.” (s146)
“Fakat, ben bunu kendi nefsimde tecrübeye kalkışınca içimde o eski şarkının ta uzaklardan, ta derinlerden gelen aksi sedasından başka bir şey işitmiyordum.” (s152)
“Zaten uzunca bir ut taksiminden sonra o şarkı da başlamıştı işte.” (s159)

*Dönemin politik olayları ve hareketleri de romanın akışına destek oluyor:

-Sarayın israfları ve hazinenin çöküşü;
“Devlet hazinesi öyle kolay kolay tükenir mi?” (s62-63)
-Feriye Vakası;
“Feriye vakası olduğu vakit ben otuzunu boylamış bir kadındım” (s134)
-Moskof Savaşı;
“Ben bu haldeykendir ki, Moskof muharebesi oldu.” (s140)
-Yalı yangınları ve sürgün cezası

*İşin içine biraz mistizm katılarak Bektaşilikten bahsediliyor.

*Münire karakteri romanı kendi ağzından “ roman yazan bir kişi” sıfatıyla yazdığı için “roman” sözcüğü sık sık geçiyor. Adeta yazar roman içinde roman yaratıyor:
“Bende bu roman okuma merakı bende pek genç yaşımdan beri başlamıştır” (s11)
“Hatta söze bazı hissi romanların bazılarında görüp beğendiğim üzere şunlara benzer bir takım cümleler ile başlamak hevesine düştüm.” (s12-13)
“Her romancı mutlaka kendi başından geçenleri yazmaz veya kahramanlarına mutlaka yakından tanıdıklarının hüviyetini  vermez ama, bahsettiği vakalarla insanları bize, -ne bileyim ben nasıl-hakikatte olmuş şeyler ve görülmüş kimseler gibi anlatmayı bilir.” (s14)
“Kış gelip çatıp da konağa taşındığımız günden itibaren, hazin sergüzeştlerini Avrupa romanlarında okuduğu, manastıra kapatılmış kızlardan bir farkım kalmazdı.” (s42)
“Hey acemi romancı; hikayenin sonunda söyleyeceğin şeyleri gene başa aldın. Hele dur; şu cehennem dediğin Nafi Mollalar’ın konağında neler gördün, neler geçirdin onları anlatmağa başla bakalım.” (s45)
“Canım; böyle de roman mı olur? Böyle hissi roman mı yazılır?” (s52)
“Bir roman ya hazindir, ya komik.” (s53)
“Ah, nerede ise size romanımın sonunu açıklayıverecektim.” (s54)
“Dikkat edin, asıl romanım şimdi başlıyor.” (s67)
“Romanlar ise bana, yoldan çıkan kadınların er geç büyük bir hüsrana uğradıklarını gösteriyordu.” (s75)
“Kahvaltımı- gerçi hiç lüzumunu hissetmeden ve tadını almadan- orada ediyordum ve bir müddet, uzun, uzun bir müddet denize, bahçeye, bahçenin yıkık rıhtımına baktıktan sonra elime romanımı alıp okumaya çalışıyordum.” (s129)
“Bundan üç dört yıl evvel, bir yaz sabahı, bilmem neden, bilmem hangi hisse kapılarak –serde romancılık var ya- halamın yalısından bir sandala atlayarak o yangın yerini görmeye gittim.” ( s144)
“Roman, kanaviçe.” (s148)
“ Bir aşkın, bir uzun aşkın böyle bir hayal sükutu ile bittiği nerede, ne zaman, hangi romanda görülmüştü?” (s168)
“Benim romanım zaten kendi kendimle böyle bir konuşma halinde başlamamış mıydı?” (s169)

*Dönemin bildiğim az tanıdığım İstanbul semtlerinin sözü sık sık geçiyor: 
Beykoz, Kanlıca, Bebek, Kandilli, Emirgan, Baltalimanı, Laleli, Vefa, Bağlarbaşı, Beşiktaş, Şehzadebaşı, Divanyolu, Çarşıkapısı, Beyazıt, Direklerarası, Cihangir, Sarıyer, Çamlıca, Adalar, Kanlıca, Çubuklu, Hisar, Fazlıpaşa, Galata, Mahmutpaşa, Sütlüce gibi. Bir nevi roman İstanbul rehberi gibi. 

*Dönemin mektuplarındaki hitaplar ve yazılar ilginç;
“Muhterem hanımefendi hazretleri, emirleri veçhile hareket olunacağını arz eder, eteklerinizden öperim.”  (s117)
“Münire Hanımefendi’ye ihtiramatı faikamın iblağını (üstün saygılarımın iletilmesini) rica ederim.” (s171)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder