28 Ekim 2013 Pazartesi

Samuel Sullivan Cox- Prinkipo’da Tatlı Yaşam ve Prens Adaları


Okuduğum Tarih: Eylül 2013

Büyükada’da belki 25 yılı aşkın süredir yazlıkçı olup ada ile ilgili kitaplar okumanın müthiş keyfi ile bu eseri bitirmekten dolayı çok memnunum. Cox’un bu okuduğum ilk eseriydi.
Samuel Sullivan Cox, Amerikan Büyükelçisi olarak görev yaptığı dönemde, 1886 yazını eşiyle beraber Prinkipo’da (Büyükada’da) geçiriyor ve o yaz yaşadığı ada hayatını doğasıyla, olaylarıyla, yaşananlarla anlatıyor. Dili çok keyifli; yazısını esprilerden eksik etmiyor. Anıları, Büyükada ağırlıklı olmak üzere diğer adalarla beraber o dönemin alışkanlıklarını, kurallarını, politik ve sosyal olaylarını ve ansiklopedik sayılabilecek bilgileri içeriyor. Cox kendini o kadar iyi yetiştirmiş dolu dolu bir diplomat ki, okuyucuya bu kitapta adaların ve Türkiye’nin yaşantısının çok ötesinde de birbirinden çok farklı konularda çok enteresan bilgiler iletiyor.

Gözlemlerim:

*Kitapta geçen şiirler:
“Kibarca gamzeleştirir, yanağını okyanusun
Yansıtır ışık tonlarını birçok tepenin
Yakalar gülen akıntılar, yıkarken
Bu Doğu dalgalarının cennet bahçesinde” (s.18)

*Adalar ve İstanbul hakkında dönemin bilgileri:
 “Belgrad ormanlarını üne kavuşturan ise kocasının elçiliği sırasında burada yaşamış olan Lady Mary Montagu’nun parlak tavsiyeleridir.”(s.21,22)
“36 milyon olarak tahmin edilen nüfusunun yarasından çoğu Türk değildir.”(s.25)
Dalyan: “Bu isim, yöntemi bölgede ilk kez uygulayan ‘Italyan’ balıkçılardan dönüşerek kalmıştır.”(s.64)
“Sonradan da Çankaya adını alan mahallenin kurucusu ve ad vereni.”(s.83)
“100.000 kişinin ibadet etmesine uygun Aya Sofya hala duruyor.”(s. 228)
“Tam karşılarındaki Bosphorus ve Altın Boynuz ile çevrelenmiş topraklarının muhteşem güzelliğini ve halen de kullanılmakta olan benzersiz limanını göremeyip Kadıköy’e yerleştirdikleri için kör oldukları düşünülmüş.”(s.306)

*Manastırlar:
“Antik dönem Yunanistan’ında, modern Yunanistan’da ve Prens Adaları’nda manastırlar hep yükseltiler üzerindedir.”(s.125)
“Manastırlar her zaman en tepeye yerleşmiştir. Bu durum hem devlet için uygundu, çünkü hapishane veya sığınak olarak kullanılabiliyorlardı. Hem de kilise için uygundu çünkü herkesten uzakta Rum prensip ve öğretisi gibi dini işlere yoğunlaşmak mümkün oluyordu.”(s.172)
“Sürüsünü otlatmakta olan bir çoban uyuya kalmış. Uykusunda bir rüya görmüş. Rüyasında kendisine, üzerinde yatmakta olduğu noktayı kazması ve ‘yararına olacak bir şey duyacağı’ söylenmiş. Kazmış ve boynunun etrafında çanlar asılı çok güzel beyaz bir savaş atı ve üzerindeki süvarisi ile karşılaşmış. Süvari de ona kazma emri vermiş. Verilen buyruk üzerine uyanarak tarif edilen yeri kazmaya başlamış. Sonunda bir resme ulaşmış. Resimdeki, rüyasında gördüğü süvari imiş. Hatta atın boynunun etrafındaki çanlara varıncaya kadar tüm ayrıntılar varmış.”(s.130)
“2. Mehmed, Constantinopl’u ele geçirdiğinde Rum kilisesine birçok ayrıcalık tanıdı ancak çan çalınmasını yasakladı. Çan diğer dinlere bağlı olanları rahatsız ediyordu. Ancak prens Adaları’ndaki manastır ve kiliselerde çan çalınmasına izin verdi.”(s.137)

*Levantenler:
“Levantenler İtalya, Malta, Fransa ve diğer batı ülkelerinin karışımı bir halktır. Levantenler Frenk olarak da adlandırılır. Onlar eski dönemlerdeki Haçlı Seferleri’nden Kırım savaşına kadar geçen dönemin çocuklarıdır.”(157)

*Diğer Adalar:

*Heybeliada:
“Halki adası adını antik çağlarda burada var olan bakır madeninden almakta. Adanın düzlük kısmının iki ucunda yer alan iki tepe bir atın sırtının iki yanına yerleştirilmiş heybeleri andırdığı için bu isim verilmiş.”(s.166)
“Halki’de at arabalarına izin verilmiyor. Tek ulaşım yaya veya eşek sırtında.”(s.171)
“Halki, Prinkipo ile sağlık ve yazlık mekanı olarak yarışır ama üst sınıf insanların tümü Prinkipo’yu seçmiş. Zengin insanlar ve büyük villalar Prinkipo’da.”(s.185)
“Rıhtıma yanaşan tekneler eğer beş dakikadan fazla kalırlarsa bir mecidiye ücret ödemek zorundaymış.”(s.189-190)

*Burgazada:
“Türkeler adaya, bir zamanlar tepesinde var olan ancak şimdi kalıntıları bile kalmamış olan kaleden esinlenerek, kaleli ada anlamında ‘Burgazada’ ismini uygun görmüşler.”(s.187)

*Kınalıada:
“Bu isim adada bir zamanlar bolca bulunan biley taşının Rumca’sı olan accona’dan gelmekteymiş. Türkler ise adaya kırmızı ada anlamında Kınalıada der.”(s.193)

*İstanbul yangınları:
“Yangını gördüğünde bir yandan kocaman davulunu vuruyor, bir yandan da ‘Yaan-gınn-vaaar’ diye bağırıyor. Yangın gündüz olmuşsa kulelerin tepesinden dalgalandırılan bayrakların farklı renk ve dizilimleri ile yangın yeri belirtiliyor.”(s.191)

*Osmanlı döneminde adalar:  
“Rum yönetiminin o eski güzel günlerinde(!)gözler yakılarak kör ediliyordu.”(s.197)

*Erkekler:
“Erkek zaten yarı yarıya kendi köşesinde yaşayan bir canlıdır. Zamanının neredeyse yarısından çoğunu içine kapanık geçirmeyi tercih eder.”(s.222)

*Osmanlı dönemi hakkında:
 “Kendi çocuklarını satması da onur kırıcı bir davranış olarak görülmezdi. Bu işlerde amaçlanan Türkiye’de iyi bir hareme eşini veya çocuğunu yerleştirebilmekti. Türk haremlerinin karı ve annelerini çoğu da onlardan oluşurdu. Ayrıca bu kadınlara Türkiye’de çok iyi bir eğitim ve dini bilgiler verilirdi. Yaşam koşulları daha düzgün hale gelirdi.”(s.238)
“Hiçbir Sultanın Abdülmecid kadar uygarlığın ülkede yerleşmesini sağlayacak fedakarlıklar ve idari reformlar yaptığını zannetmiyorum.”(s.200)

*Diplomat olmak:
“Son söz olarak; bir yabancı elçinin geçimli ve keyif almayı bilen bir adam olmaması durumunda işini de iyi yapamayacağını söylemem gerekir. İşinin yarısını keyif almak için yaptığı işler sırasında yürütür. Düşüncelerini, hem de hiç belli etmeden ve de en iyi şekilde, balolarda, yemeklerde, toplantılarda ve eğlence amaçlı partilerde yayabilir.”(s.247)

*Türk gelenekleri:
Ada Bekçileri: “Görevi ormanları keçi, yaygın ve serserilerden korumaktı. Ağaçlar rahatsız edilmemelidir!” (s.28)
Ada Evleri: “Burada gece yatarken ev kapılarını kilitleyen insan sayısı bile çok azdır.”(s.29)
Ada Evleri: “Mutfak evin dışında ve eve bir köprü ile bağlı. ’Şey! Biz buna iç çekme köprüsü diyoruz.” (s.52)
Hamallar: “600-700 pound(272-317kg,ç.n) ağırlığında ev eşyası ve diğer yükleri yokuş yukarı tek bir kılları titremeden taşıyan sırt hamallarının kopyasıdır.”(s.31)
“Fransızca dili en çok zenginler ve resmi görevliler tarafından konuşuluyor.”(s.104)
“Vapurlar Altın Boynuz üzerindeki köprüden günde birkaç kez hareketle bir buçuk saatte adalara varıyor. Türkler evlerindeki ve kollarındaki saatlerini güneşe doğru ayarlarlar.”(s.35)
 “Uzanmak veya tütün içmek için fazlasıyla çekici bir salon burası. Doğu’daki şehirlerde sokağın üstüne doğru taşan bu cumbalı pencereleri inşa etmek yaygın bir uygulama. Hemen her gün öğleden sonra dört-beş gibi bu cumbalar çay, Türk kahvesi içen, tatlı, meyve yiyen şen insanlar ile dolar. Burada ya misafir kabul edilir ya da dış dünya izlenir ve yürüyüşe çıkmış olan insanlar göze çarpan her şeyleriyle ilgili çekiştirilir. Genç sokak satıcılarının tiz sesleri ile uzata uzata bu sebzelerin bazılarını bağırarak satmaları oldukça eğlendirici. Tüm sebzeler ve eşyalar ‘çığlıklarla’ satılıyor.”(s.59-61)
“Tahtırevan içinde inen aristokrat bir bayan ile sıkça karşılaşıyoruz. Constantinople’un hala kullanışsız ya da terkedilmiş sayılmayan bu eski adetten vazgeçmek konusunda isteksiz olduğu belli.”(s.103)
 “Kırmızı fesini giyer. Bu itaatin de simgesidir. Ancak görünen onu severek giydiğidir.”(s.158)
 Erkekler: “Akşam eve dönerken aile üyelerine küçük armağanlar götürmek.”(s.264)
 “Daha sonraları, bir Türk bayan sokağa çıktığında giydiği ve bileğinde büzdüğü çok geniş pantolonunu özel eşyalarını da yanında taşımak için kullanmaya başladı.”(s.338)
“Bir yandan da telaffuz ya da tercüme edemeyeceğim tuhaf bir ses çıkararak eve bir gavur erkek geldiğini ve kadınların gizlenmesi gerektiğini haber veriyor.”(s.357)
“Türk yasalarına göre Müslüman kadınların sokakta yabancı bir erkek ile, hele bir Hıristiyan ile birlikte dolaşmaları yasaktır.”(s.359)

*Rumlar:
 “Prens Adaları da harç karşılığı Rum halka bırakıldı.” (s.20)
 “İstanbul’da yaşamakta olan 250.000 Rum’un 120.000’i ‘reaya’,yani Türk vatandaşıdır.”(s.43)
 “Rum papazlarının makas ya da ustura kullanma izninin olmadığını biliyor. Sakallarını seyreltmek için tek yapabilecekleri kılları tek tek yolmak. Bu eski bir Yahudilik kuralı.”(s.154)
 “Yunanistan’daki Hıristiyan kadınlar arasında bugün bile yaygın olan bir adet, hamile kaldıklarında klasik dağın fazla eğimli olmayan bir yamacından aşağı kaymaktır. Mutlu bir doğum için bir adağı yerine getirmek anlamına gelir. Kayarken bir yandan da Rumca tuhaf bir adı şarkı söylerler. Gelecekleri ile ilgili, daha doğrusu doğacak bebeğin kaderi ile ilgili bir şarkı bu.“(s.318)
“Bu yazdıklarında tamamen samimi çünkü Rum kadını drahomasını ya da çeyizini gerçekten de üzerinde taşır. Böylelikle hem varlığını koruma altına almış, hem de kendisini süslemiş olur. Evleneceği kızın mal varlığı hakkında bilgi sahibi olmak isteyen damat adayına da büyük kolaylık sağlamış olur.”(s.333)
“Rumlar ne zaman bir kilise önünden geçse ya da bir aziz resmi görse diz kırarak haç çıkarır.”(s.342-343)

*Adalarda doğa ve hayvanlar:
Cırcır Böceği: “Bu huzuru bölmek için ısrarcı, inatçı, cırtlak, kulak tırmalayan cırcır böceğinin monoton sesi ortaya çıkıyor.”(s.89)
Cırcır Böceği: “Akşam olduğunda yavan bir cicala şakıdı’ Böceği asla göremezsiniz. Üzerinde cırladığı ağaçla aynı renktedir.”(s.90)
Eşek: “Bilmeniz gerekir ki adada neredeyse tüm taşıma işleri bu sefil hayvanlar tarafından gerçekleştirilir. Sabırları, çalışkanlıkları ve uysallıkları için onları savunmaya her zaman hazırım.”(s.91)
Eşek: “Erkek dişiyi bir mil veya daha da uzaktan selamlarken; seslenerek, dikkat çekerek kur yapma döneminde iken.”(s.92)
Eşek: “Adanın asıl eğlencesi eşek ile gezmektir. Rum eşekçi eşekleri kurnazca kuyruğundan yöneterek yavaşlatır, hızlandırır.”(s.45)
Eşek: “Tüm yollar eşeklerin. Arabalara izin yok. Eşeklere binerek adaya yayılıyoruz.”(s.190)
Bülbül: “Bu kadar tatlı bir sesle ve uzun süreli makara çeken kuş bir bülbül olmalıydı. Gerçek bir doğulu gibi güle aşkını ilan ediyordu. Tepe yamaçlarından havayı yararken bağların içinden fırlarken, çamların arasında uçuşurken, asla yere kondukları görünmüyor. Oldukça evcil ve korkusuzlar. Karatavuklar geldi ve adanın kokularını ele geçirdi. Burada küçük karga olarak da biliniyorlar ve oldukça zarar yol açıyorlar.”(s.101)
Leylek: “Eylülün ilk günü büyük sürüler halinde gelirler. Daha şimdiden öcüleri gelişlerini müjdeledi.”(s.102)

*Kitapta çok sayıda fotoğraftan en beğendiklerim:
-s.33 Harita
-s.65 Et satıcısı
-s.72 Dondurmacı
-s.79 Sucu
-s.111 Fayton
-s.127 Manastır
-s.159 Simitçi
-s.173 Halki

*Adalarda bitkiler:
-Lepia (s.89)
-Çam reçinesi: “Birincisi; o kadar da uzak değil. Elçilik ofisime Prinkipo’daki evimden iki saatte ulaşabiliyorum” (s.47)
“Çam yapraklarının dokularında çok miktarda reçine ve yağ içerdiğini bulmuş. Lifleri ayırmış.”(s.48)
*Dönemin gelenekleri/alışkanlıkları:

*Aşk ilanı:
“Bir aşık sevdiği kadını onurlandırmak istediğinde, kafe sahibine gizlice fısıldayarak, bedeli ödenmek üzere, bilmem kaç tane madah yaktırır ve’ta içine, her yerine yerleşmiş olan o güzelin mükemmeliyetini onu aydınlatarak hem herkese gösterir hem de şereflendirirdi. Aşık kalkar ve kara gözlü güzelin önünde Doğu usulü selamlamasını yapardı.”(s.118)

*Dilbilim:
-Latince: Facile princeps; Te Deum Laudamus; Horresco referens; Tigrides indomitea, rugiuntque leones; Carthago delenda est; Qıid debeas Roma, Neronibus Testis Metaurum flumen et Hasdrubal Devictus; Punik; İncognita; Deus ex machina; Meum et tuum; Animo revertendi.”(s.34-122-270-277-292-293-294-295-340-360-362)
-Fransızca: A force de malheurs’ ane est interessant.”(s.97)
*Mitolojide Cox’un çok sık başvurup betimleme yaptığı bir kaynak, özellikle Homeros’un eserleri.

*Yazarın eserlerini sık sık kaynak olarak gösterdiği yazarlar:
-Schlumberger, Gibbon, Murray, Hoinby, Taylor, Arnold, Byron, Gautier

*Yazarın aktardığı ilginç hikayeler:
*Cox’un ada berberinde berberle yaptığı diyalogda hangi memleketten olduğu anlaşılmasın diye farklı dillerde cevaplar verdiğini anlattığı hikaye çok komik.(s.104-110 arası). (13 dil): Danimarkaca, Almanca, İtalyanca, Macarca, Bohemyaca, Fransızca, Portekizce, Rusça, Romence, Çince, Arapça, Japonca, İngilizce.
*Macerada yarışına(yüzme-bisiklet-koşu-yürüme) katıldığımız bu dönemde, Ali Oraloğlu’yla oluşturduğumuz takıma ‘Prinkipo’ ismini verirken arada bu kitabı okumam anlamlı oldu.
*Kaplanlarla ilgili yazarın 27 kuralı (s.278-282) hem eğlenceli hem de ilginç.
“Gelen taze kokulu bir cilt ekleniyor ve ben de onu gözlerden uzak bir tembellik içerisinde dikkatle okuyorum.”(s.285)

“Pek tabi ki var benim sevgili şirin ve acımasız okuyucum.”(s.345)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder