Büyükada’da belki 25
yılı aşkın süredir yazlıkçı olup ada ile ilgili kitaplar okumanın müthiş keyfi
ile bu eseri bitirmekten dolayı çok memnunum. Cox’un bu okuduğum ilk eseriydi.
Samuel Sullivan Cox, Amerikan
Büyükelçisi olarak görev yaptığı dönemde, 1886 yazını eşiyle beraber Prinkipo’da
(Büyükada’da) geçiriyor ve o yaz yaşadığı ada hayatını doğasıyla, olaylarıyla,
yaşananlarla anlatıyor. Dili çok keyifli; yazısını esprilerden eksik etmiyor. Anıları,
Büyükada ağırlıklı olmak üzere diğer adalarla beraber o dönemin alışkanlıklarını,
kurallarını, politik ve sosyal olaylarını ve ansiklopedik sayılabilecek
bilgileri içeriyor. Cox kendini o kadar iyi yetiştirmiş dolu dolu bir diplomat
ki, okuyucuya bu kitapta adaların ve Türkiye’nin yaşantısının çok ötesinde de
birbirinden çok farklı konularda çok enteresan bilgiler iletiyor.
Gözlemlerim:
*Kitapta geçen şiirler:
“Kibarca gamzeleştirir,
yanağını okyanusun
Yansıtır ışık tonlarını
birçok tepenin
Yakalar gülen akıntılar,
yıkarken
Bu Doğu dalgalarının
cennet bahçesinde” (s.18)
*Adalar ve İstanbul hakkında dönemin
bilgileri:
“Belgrad ormanlarını üne kavuşturan ise
kocasının elçiliği sırasında burada yaşamış olan Lady Mary Montagu’nun parlak
tavsiyeleridir.”(s.21,22)
“36 milyon olarak tahmin
edilen nüfusunun yarasından çoğu Türk değildir.”(s.25)
Dalyan: “Bu isim,
yöntemi bölgede ilk kez uygulayan ‘Italyan’ balıkçılardan dönüşerek
kalmıştır.”(s.64)
“Sonradan da Çankaya
adını alan mahallenin kurucusu ve ad vereni.”(s.83)
“100.000 kişinin ibadet
etmesine uygun Aya Sofya hala duruyor.”(s. 228)
“Tam karşılarındaki
Bosphorus ve Altın Boynuz ile çevrelenmiş topraklarının muhteşem güzelliğini ve
halen de kullanılmakta olan benzersiz limanını göremeyip Kadıköy’e
yerleştirdikleri için kör oldukları düşünülmüş.”(s.306)
*Manastırlar:
“Antik dönem
Yunanistan’ında, modern Yunanistan’da ve Prens Adaları’nda manastırlar hep
yükseltiler üzerindedir.”(s.125)
“Manastırlar her zaman
en tepeye yerleşmiştir. Bu durum hem devlet için uygundu, çünkü hapishane veya
sığınak olarak kullanılabiliyorlardı. Hem de kilise için uygundu çünkü
herkesten uzakta Rum prensip ve öğretisi gibi dini işlere yoğunlaşmak mümkün
oluyordu.”(s.172)
“Sürüsünü otlatmakta olan
bir çoban uyuya kalmış. Uykusunda bir rüya görmüş. Rüyasında kendisine, üzerinde
yatmakta olduğu noktayı kazması ve ‘yararına olacak bir şey duyacağı’
söylenmiş. Kazmış ve boynunun etrafında çanlar asılı çok güzel beyaz bir savaş
atı ve üzerindeki süvarisi ile karşılaşmış. Süvari de ona kazma emri vermiş.
Verilen buyruk üzerine uyanarak tarif edilen yeri kazmaya başlamış. Sonunda bir
resme ulaşmış. Resimdeki, rüyasında gördüğü süvari imiş. Hatta atın boynunun
etrafındaki çanlara varıncaya kadar tüm ayrıntılar varmış.”(s.130)
“2. Mehmed, Constantinopl’u
ele geçirdiğinde Rum kilisesine birçok ayrıcalık tanıdı ancak çan çalınmasını
yasakladı. Çan diğer dinlere bağlı olanları rahatsız ediyordu. Ancak prens Adaları’ndaki
manastır ve kiliselerde çan çalınmasına izin verdi.”(s.137)
*Levantenler:
“Levantenler İtalya, Malta,
Fransa ve diğer batı ülkelerinin karışımı bir halktır. Levantenler Frenk olarak
da adlandırılır. Onlar eski dönemlerdeki Haçlı Seferleri’nden Kırım savaşına
kadar geçen dönemin çocuklarıdır.”(157)
*Diğer Adalar:
*Heybeliada:
“Halki adası adını antik
çağlarda burada var olan bakır madeninden almakta. Adanın düzlük kısmının iki
ucunda yer alan iki tepe bir atın sırtının iki yanına yerleştirilmiş heybeleri
andırdığı için bu isim verilmiş.”(s.166)
“Halki’de at arabalarına
izin verilmiyor. Tek ulaşım yaya veya eşek sırtında.”(s.171)
“Halki, Prinkipo ile
sağlık ve yazlık mekanı olarak yarışır ama üst sınıf insanların tümü
Prinkipo’yu seçmiş. Zengin insanlar ve büyük villalar Prinkipo’da.”(s.185)
“Rıhtıma yanaşan
tekneler eğer beş dakikadan fazla kalırlarsa bir mecidiye ücret ödemek
zorundaymış.”(s.189-190)
*Burgazada:
“Türkeler adaya, bir
zamanlar tepesinde var olan ancak şimdi kalıntıları bile kalmamış olan kaleden
esinlenerek, kaleli ada anlamında ‘Burgazada’ ismini uygun görmüşler.”(s.187)
*Kınalıada:
“Bu isim adada bir
zamanlar bolca bulunan biley taşının Rumca’sı olan accona’dan gelmekteymiş.
Türkler ise adaya kırmızı ada anlamında Kınalıada der.”(s.193)
*İstanbul yangınları:
“Yangını gördüğünde bir
yandan kocaman davulunu vuruyor, bir yandan da ‘Yaan-gınn-vaaar’ diye
bağırıyor. Yangın gündüz olmuşsa kulelerin tepesinden dalgalandırılan
bayrakların farklı renk ve dizilimleri ile yangın yeri belirtiliyor.”(s.191)
*Osmanlı döneminde adalar:
“Rum yönetiminin o eski
güzel günlerinde(!)gözler yakılarak kör ediliyordu.”(s.197)
*Erkekler:
“Erkek zaten yarı yarıya
kendi köşesinde yaşayan bir canlıdır. Zamanının neredeyse yarısından çoğunu
içine kapanık geçirmeyi tercih eder.”(s.222)
*Osmanlı dönemi hakkında:
“Kendi çocuklarını satması da onur kırıcı bir
davranış olarak görülmezdi. Bu işlerde amaçlanan Türkiye’de iyi bir hareme
eşini veya çocuğunu yerleştirebilmekti. Türk haremlerinin karı ve annelerini
çoğu da onlardan oluşurdu. Ayrıca bu kadınlara Türkiye’de çok iyi bir eğitim ve
dini bilgiler verilirdi. Yaşam koşulları daha düzgün hale gelirdi.”(s.238)
“Hiçbir Sultanın
Abdülmecid kadar uygarlığın ülkede yerleşmesini sağlayacak fedakarlıklar ve
idari reformlar yaptığını zannetmiyorum.”(s.200)
*Diplomat olmak:
“Son söz olarak; bir
yabancı elçinin geçimli ve keyif almayı bilen bir adam olmaması durumunda işini
de iyi yapamayacağını söylemem gerekir. İşinin yarısını keyif almak için
yaptığı işler sırasında yürütür. Düşüncelerini, hem de hiç belli etmeden ve de
en iyi şekilde, balolarda, yemeklerde, toplantılarda ve eğlence amaçlı
partilerde yayabilir.”(s.247)
*Türk gelenekleri:
Ada Bekçileri: “Görevi
ormanları keçi, yaygın ve serserilerden korumaktı. Ağaçlar rahatsız
edilmemelidir!” (s.28)
Ada Evleri: “Burada gece
yatarken ev kapılarını kilitleyen insan sayısı bile çok azdır.”(s.29)
Ada Evleri: “Mutfak evin
dışında ve eve bir köprü ile bağlı. ’Şey! Biz buna iç çekme köprüsü diyoruz.”
(s.52)
Hamallar: “600-700
pound(272-317kg,ç.n) ağırlığında ev eşyası ve diğer yükleri yokuş yukarı tek
bir kılları titremeden taşıyan sırt hamallarının kopyasıdır.”(s.31)
“Fransızca dili en çok
zenginler ve resmi görevliler tarafından konuşuluyor.”(s.104)
“Vapurlar Altın Boynuz
üzerindeki köprüden günde birkaç kez hareketle bir buçuk saatte adalara
varıyor. Türkler evlerindeki ve kollarındaki saatlerini güneşe doğru
ayarlarlar.”(s.35)
“Uzanmak veya tütün içmek için fazlasıyla
çekici bir salon burası. Doğu’daki şehirlerde sokağın üstüne doğru taşan bu
cumbalı pencereleri inşa etmek yaygın bir uygulama. Hemen her gün öğleden sonra
dört-beş gibi bu cumbalar çay, Türk kahvesi içen, tatlı, meyve yiyen şen
insanlar ile dolar. Burada ya misafir kabul edilir ya da dış dünya izlenir ve
yürüyüşe çıkmış olan insanlar göze çarpan her şeyleriyle ilgili çekiştirilir.
Genç sokak satıcılarının tiz sesleri ile uzata uzata bu sebzelerin bazılarını
bağırarak satmaları oldukça eğlendirici. Tüm sebzeler ve eşyalar ‘çığlıklarla’
satılıyor.”(s.59-61)
“Tahtırevan içinde inen
aristokrat bir bayan ile sıkça karşılaşıyoruz. Constantinople’un hala
kullanışsız ya da terkedilmiş sayılmayan bu eski adetten vazgeçmek konusunda
isteksiz olduğu belli.”(s.103)
“Kırmızı fesini giyer. Bu itaatin de
simgesidir. Ancak görünen onu severek giydiğidir.”(s.158)
Erkekler: “Akşam eve dönerken aile üyelerine
küçük armağanlar götürmek.”(s.264)
“Daha sonraları, bir Türk bayan sokağa
çıktığında giydiği ve bileğinde büzdüğü çok geniş pantolonunu özel eşyalarını
da yanında taşımak için kullanmaya başladı.”(s.338)
“Bir yandan da telaffuz
ya da tercüme edemeyeceğim tuhaf bir ses çıkararak eve bir gavur erkek
geldiğini ve kadınların gizlenmesi gerektiğini haber veriyor.”(s.357)
“Türk yasalarına göre
Müslüman kadınların sokakta yabancı bir erkek ile, hele bir Hıristiyan ile
birlikte dolaşmaları yasaktır.”(s.359)
*Rumlar:
“Prens Adaları da harç karşılığı Rum halka
bırakıldı.” (s.20)
“İstanbul’da yaşamakta olan 250.000 Rum’un
120.000’i ‘reaya’,yani Türk vatandaşıdır.”(s.43)
“Rum papazlarının makas ya da ustura kullanma
izninin olmadığını biliyor. Sakallarını seyreltmek için tek yapabilecekleri
kılları tek tek yolmak. Bu eski bir Yahudilik kuralı.”(s.154)
“Yunanistan’daki Hıristiyan kadınlar arasında
bugün bile yaygın olan bir adet, hamile kaldıklarında klasik dağın fazla eğimli
olmayan bir yamacından aşağı kaymaktır. Mutlu bir doğum için bir adağı yerine
getirmek anlamına gelir. Kayarken bir yandan da Rumca tuhaf bir adı şarkı
söylerler. Gelecekleri ile ilgili, daha doğrusu doğacak bebeğin kaderi ile
ilgili bir şarkı bu.“(s.318)
“Bu yazdıklarında
tamamen samimi çünkü Rum kadını drahomasını ya da çeyizini gerçekten de
üzerinde taşır. Böylelikle hem varlığını koruma altına almış, hem de kendisini
süslemiş olur. Evleneceği kızın mal varlığı hakkında bilgi sahibi olmak isteyen
damat adayına da büyük kolaylık sağlamış olur.”(s.333)
“Rumlar ne zaman bir
kilise önünden geçse ya da bir aziz resmi görse diz kırarak haç
çıkarır.”(s.342-343)
*Adalarda doğa ve hayvanlar:
Cırcır Böceği: “Bu
huzuru bölmek için ısrarcı, inatçı, cırtlak, kulak tırmalayan cırcır böceğinin
monoton sesi ortaya çıkıyor.”(s.89)
Cırcır Böceği: “Akşam
olduğunda yavan bir cicala şakıdı’ Böceği asla göremezsiniz. Üzerinde cırladığı
ağaçla aynı renktedir.”(s.90)
Eşek: “Bilmeniz gerekir
ki adada neredeyse tüm taşıma işleri bu sefil hayvanlar tarafından gerçekleştirilir.
Sabırları, çalışkanlıkları ve uysallıkları için onları savunmaya her zaman
hazırım.”(s.91)
Eşek: “Erkek dişiyi bir
mil veya daha da uzaktan selamlarken; seslenerek, dikkat çekerek kur yapma
döneminde iken.”(s.92)
Eşek: “Adanın asıl
eğlencesi eşek ile gezmektir. Rum eşekçi eşekleri kurnazca kuyruğundan
yöneterek yavaşlatır, hızlandırır.”(s.45)
Eşek: “Tüm yollar
eşeklerin. Arabalara izin yok. Eşeklere binerek adaya yayılıyoruz.”(s.190)
Bülbül: “Bu kadar tatlı
bir sesle ve uzun süreli makara çeken kuş bir bülbül olmalıydı. Gerçek bir
doğulu gibi güle aşkını ilan ediyordu. Tepe yamaçlarından havayı yararken bağların
içinden fırlarken, çamların arasında uçuşurken, asla yere kondukları
görünmüyor. Oldukça evcil ve korkusuzlar. Karatavuklar geldi ve adanın
kokularını ele geçirdi. Burada küçük karga olarak da biliniyorlar ve oldukça
zarar yol açıyorlar.”(s.101)
Leylek: “Eylülün ilk
günü büyük sürüler halinde gelirler. Daha şimdiden öcüleri gelişlerini
müjdeledi.”(s.102)
*Kitapta çok sayıda fotoğraftan en
beğendiklerim:
-s.33 Harita
-s.65 Et satıcısı
-s.72 Dondurmacı
-s.79 Sucu
-s.111 Fayton
-s.127 Manastır
-s.159 Simitçi
-s.173 Halki
*Adalarda bitkiler:
-Lepia (s.89)
-Çam reçinesi:
“Birincisi; o kadar da uzak değil. Elçilik ofisime Prinkipo’daki evimden iki saatte
ulaşabiliyorum” (s.47)
“Çam yapraklarının
dokularında çok miktarda reçine ve yağ içerdiğini bulmuş. Lifleri
ayırmış.”(s.48)
*Dönemin
gelenekleri/alışkanlıkları:
*Aşk ilanı:
“Bir aşık sevdiği kadını
onurlandırmak istediğinde, kafe sahibine gizlice fısıldayarak, bedeli ödenmek
üzere, bilmem kaç tane madah yaktırır ve’ta içine, her yerine yerleşmiş olan o
güzelin mükemmeliyetini onu aydınlatarak hem herkese gösterir hem de
şereflendirirdi. Aşık kalkar ve kara gözlü güzelin önünde Doğu usulü selamlamasını
yapardı.”(s.118)
*Dilbilim:
-Latince: Facile
princeps; Te Deum Laudamus; Horresco referens; Tigrides indomitea, rugiuntque
leones; Carthago delenda est; Qıid debeas Roma, Neronibus Testis Metaurum
flumen et Hasdrubal Devictus; Punik; İncognita; Deus ex machina; Meum et tuum;
Animo revertendi.”(s.34-122-270-277-292-293-294-295-340-360-362)
-Fransızca: A force de
malheurs’ ane est interessant.”(s.97)
*Mitolojide Cox’un çok
sık başvurup betimleme yaptığı bir kaynak, özellikle Homeros’un eserleri.
*Yazarın eserlerini sık sık kaynak olarak
gösterdiği yazarlar:
-Schlumberger, Gibbon, Murray,
Hoinby, Taylor, Arnold, Byron, Gautier
*Yazarın aktardığı ilginç hikayeler:
*Cox’un ada berberinde
berberle yaptığı diyalogda hangi memleketten olduğu anlaşılmasın diye farklı
dillerde cevaplar verdiğini anlattığı hikaye çok komik.(s.104-110 arası). (13
dil): Danimarkaca, Almanca, İtalyanca, Macarca, Bohemyaca, Fransızca, Portekizce,
Rusça, Romence, Çince, Arapça, Japonca, İngilizce.
*Macerada yarışına(yüzme-bisiklet-koşu-yürüme)
katıldığımız bu dönemde, Ali Oraloğlu’yla oluşturduğumuz takıma ‘Prinkipo’
ismini verirken arada bu kitabı okumam anlamlı oldu.
*Kaplanlarla ilgili
yazarın 27 kuralı (s.278-282) hem eğlenceli hem de ilginç.
“Gelen taze kokulu bir
cilt ekleniyor ve ben de onu gözlerden uzak bir tembellik içerisinde dikkatle
okuyorum.”(s.285)
“Pek tabi ki var benim
sevgili şirin ve acımasız okuyucum.”(s.345)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder