ULUÇ
REİS
Okuduğum
Tarih: Şubat 2013
Böyle
büyük, usta, romantik bir yazarın son romanını da okuduktan sonra içimde hem
kıvanç hem de hüzün oluştu. Turgut Reis romanından sonra Uluç Reis'de 16. yyın
deniz savaşlarını, ayakta kalmak için mücadele veren Türk korsanlarının
hayatlarını, yaşantılarının kurallarını, duygularını, aşklarını öğrenmek büyük
bir keyifti.
Roman/Biyografi
Uluç Reis’in sayıca az olmasına rağmen, düşman gemilerine saldırıp onları
yenmesiyle (çocukları öldürmelerinden dolayı intikam alıyor) başlıyor. Sonra
Uluç Reis’in annesinin yaşamıyla roman başlıyor.
Perçim,
annesinin Frappa adlı bir İtalyan tarafından İtalya’da Likastro'ya
kaçırılmasıyla dünyaya geliyor. Perçim büyüyüp genç kız olduğunda, orada Ali
isimli yaralı bir korsanla tanışıp ona aşık oluyor, ondan gebe kalıyor. Ali
öldürülüyor, kesik başını görünce Perçim kendini üzüntüden kaybediyor ama yine
de oğlunu doğuruyor. Oğlunun ismini Aliyuzzo koyuyor. Frappa ona bu arada çok
kötü davranıyor. 7 yaşına gelince annesinin de ölümüyle denize duyduğu tutku
Ali’nin kıyıdan açılmasını sağlıyor ve bu şekilde bir korsan gemisine rastlayınca
onlara katılıyor.
Bu
geminin kaptanı Kara Yusuf Reis’tir. Ali, onlarla gemiciliği öğreniyor. Kara
Yusuf’un gemisi İspanyollara çok zarar veriyor. Seferlerden dönünce tüm
korsanlar gibi Cezayir’de konaklıyorlar, ailelerine kavuşuyorlar. Ali’yi orada
bırakmak istiyorlar ama o bir casusun ortaya çıkmasını sağlayarak Hızır
Reis’ten ödül olarak gemilerde kalmasını kabul etmelerini talep ediyor, kabul
ediliyor. Tekrar sefere çıktıklarında büyük bir İspanyol donanmasıyla savaşmak
zorunda kalınca bir tek Ali kurtuluyor, kalan korsanlar ölüyorlar. Ali, esir
olarak Don Luis’in şehrine götürülüyor ve orada hristiyanlaştırılmaya çalışılıyor.
Kaldığı şatonun sahibinin kızıyla ilk cinsel temasını yaşıyor. Sonra kaçıp
dağlara çıkıyor. İlk eşi Zehra ile tanışıyor, limandan çaldığı gemiyle ve
kurtardıkları Türk forsalarla kaçarken Zehra ölüyor.
Ali,
Cezayir’e kaçıyor gemisiyle, orada Turgut Reis’le karşılaşıyor ve ona ne kadar
parlak bir gelecek vaat ettiğini ispat ediyor. Sonra da ona bir geminin
reisliği veriliyor. Cezayir’de bir kızla tanışıp aşık oluyor, kız düğünden önce
ortadan yok oluyor. Meğerse kız kılık değiştirerek, korsan gibi Uluç Ali’nin
gemisine biniyor ve bir savaş sırasında Uluç Ali’nin hayatını kurtarıp
kendisini ona ispat ediyor, evleniyorlar.
Ali
sonra Preveze Savaşı’na katılıyor, Türkler kazanıyor. Dönüş yolunda ele
geçirdiği bir gemide Arabella ile tanışıp onunla evleniyor.
Bu
arada Turgut Reis, Cenovalılara esir düşüyor sonra Barbaros’un baskısıyla
serbest bırakılıyor. Barbaros emekliye ayrılıp İstanbul’a dönüyor ve iki yıl
sonra ölüyor. Sokullu Mehmet Paşa, Kaptan-ı Derya oluyor.
Daha
sonra Lepanto Deniz Savaşı oluyor. Arkasından Uluç Ali, Kaptan-ı Derya oluyor
ve Kılıç Ali Reis lakabını alıyor. O yaşında da Emilia ile tanışıyor ve
evleniyor.
GÖZLEMLERİM
*Kitap
adeta bir gemicilik/denizcilik sözlüğü olarak görülebilir. Çok sayıda gemicilik
kelimesini kullanım sırasında okuyabilirsiniz. Bu açıdan gemiciliği ve
denizciliği seven kişileri motive edebilecek değerli bir rehber.
*Yazar
belli ki Akdeniz’e aşık, onunla ilgili birbirinden güzel tasvirleri,
betimlemeleri, güzellikleri romanın çeşitli yerlerine serpiştirmiş:
“Ali,
Akdeniz’in ay ışığı içinde ayışığı olup gitmişti.” (s41)
“Savaşsız
geçen bir ayın bir başka eğlencesi de geceleri denizin parlaması idi. Akdeniz o
mevsimde her zaman parlardı; fakat o yıl bir değil, bin parlamaya koyulmuştu.” (s92)
“Uluç
Ali’ye apaydın denizi göstererek ‘İşte oğlum, bunun için Araplar bu denize
Bahri Sefid, yani Türkçede Akdeniz dediler’dedi.” (s93)
“Artık
önlerinde Akdeniz, bütün mavi şanıyla parlıyordu.” (s213)
“Yaz
mevsiminde Akdeniz’in çok yerinde olduğu gibi burada da rüzgar, hafif hafif
karadan esiyordu.” (s216)
“Ertesi
günü, Akdeniz’in cehennem gibi kaynayan bir eyyam-ı bahur günüydü.” (s224)
“Bütün
Akdeniz, ay ışığında gümüş bir çarşaf gibi ışıldıyordu.” (s270)
“Yeni
doğan güneşle kıpkızıl çakan Akdeniz’e havale ettiler.” (s274)
“Parlak
ve hakim bir Akdeniz mavisinde eriyip kayboldu.” (s293)
“Mavi
Akdeniz doğuya doğru uçuşan bembeyaz dev kelebeklerle süslenmişti.” (s308)
“Bu
karaların eteklerinde deniz mavi ve berrak usul usul fısıldamakta idi. Yıl 1538
ve Akdeniz’in en güzel mevsimi eylül ayıdır.” (s329)
“Akdeniz’in
her köşesinin iklimini, mevsimine, gününe ve hatta saatine göre esecek
rüzgarları –pek az buçuk bir yanlışlıkla- bilen Barbaros..” (s330)
“Kızın
gülümseyişi Akdeniz güneşi gibi sıcaktı.” (s348)
“Fakat
Akdeniz’de çokluk rastgelindiği gibi güzellikleri dolayısıyla sanki o kış
günleri, kıştan çok yaz mevsimine aittiler.” (s365)
“Akdeniz’in
o fırtınalar imparatoru keşişleme fırtınası güney doğudan sağnak sağnak esmeye
koyuldu.” (s405)
*Haçlı
Seferleri’nin sonuçları/etkileri:
“-Avrupa’dan
ne kadar haydut ruhlu gangster istidatlı insan varsa hepsinin Haçlı seferlerine
iştirakiyle Avrupa temizlenmiş." Bu yorum tamamiyle Avrupa'nın lehinde
olmakla birlikte Haçlı Seferlerinin düzenlendiği şanssız ülkelerin başına
gelenlere ışık tutmaktadır.
-Haçlı
seferleri dolayısıyla Avrupa daha yüksek bir uygarlıkla sınırdaş olmuş ve kendi
uygarlığına esas teşkil edecek bilgiler elde etmiştir.” (s30) Bu yorum bu kadar
kanlı bir savaşın Avrupa'ya faydalarını ifade etmesi açısından ilginçtir.
*Uluç
Ali’nin gemicilik ve korsanlığa karşı sevgisini/gücünü/yeteneklerini ifade eden
bilgiler:
“’Orada
kapkara bir kaya var; sonra bir girinti görüyorum. Herhalde bir liman olacak’
deyince adam, ‘Amma da keskin gözler!’ dedi.” (s59-60)
“Uluç
Ali, sevinçten çıldıracak bir halde idi. Tahta çıkan bir imparatorun sevinci,
basbayağı, karaya sıçrayan Uluç Ali’ninkine kıyasla solda sıfır kalırdı. Siftah
olarak bir korsan sıfatıyla karaya çıkıyordu. Dünyaya yeni gelmişe döndü.”
(s61)
“O
kılıcı Uluç Ali, tam on sekiz sene sonra –yani 538’de- siftah olarak Preveze
deniz savaşında kullanacaktı.” (s81)
“’Oğlum
Ali kaç mil uzakta dersin? diye sordu. Ali, ‘On altı mil kadar tahmin ediyorum.
İşte gene gözüktü… Kaptan Ali’ye, ‘Aferin bre yavrum; ben dürbünle
göremiyorum.’” (s98)
“İnsanın
gözleri bir, yalnız bir yöne bakmak üzere yaratılmıştır. Bazıları karaya,
bazıları denize bakar. Bu çocuk, denize açılmazsa –eh kendimden pay biçiyorum-
ölür demem, ama paçavraya döner. Onun yaratılışı böyle.” (s167)
“Çadır
altında Turgut Reis yanındakilere, ‘Bu, artık rastgele değil, böyle ateşe
düşman mı dayanır? Doğrusu aferin delikanlıya!’dedi.”
“Bu
delikanlı, bir eşi daha bulunur bir nişancı; eğer denizciliği ve savaşta olsun,
barışta olsun gemi kullanmaktaki ustalığı nişancılığına denkse, eh deme
gitsin.” (s225)
“Hemen
o anda, korsan adetlerine uyularak İskender’e kırlangıç reisliği ve Uluç Ali’ye
de kırlangıçta topçubaşılık töreni yapıldı.” (s226)
“Genç
bir Türk esirini gördüğünü ve çok acıdığı için ona cesaret vermek üzere yüzüne
‘Allah!’ diye lafza-i celali çağırdığını söylemişti.” (s244)
“Uluç
Ali, ‘Taksimli ateş’ diye icad ettiği bir ateş tarzını tatbik ediyordu. Yani
her top, düşman gemisinin muayyen bir noktasını hedef seçiyordu.” (s271)
“Uluç
Ali göreceği çoğu işin yarısını gece ve yarısını gündüz görürdü. Baskın ve
akını ekseriya gece yapardı. Fakat hep kitap ve kurtuluş akçesi meselelerini
gündüze bırakırdı.” (s319)
“Bu
yaşta böyle, bizim yaşımızda kimbilir ne olur?” (s334)
“O
zamanın deniz töresine göre hareket ederek birbirini top ve tüfek ateşi ile
karşıladılar. Turgut ve Uluç Ali filosunun törene ait manevralarda gösterdiği
hız, ustalık ve düzen resmi donanma denizcilerine parmak ısırttı.” (s370)
“Şu
halde Uluç Ali 1551 yılından itibaren Türkiye filosunda kumandanlar arasına
girmiştir.” (s371)
“İşte
bu görev, Uluç Ali Reis’in değerini resmi Türk donanmasına tanıtan parlak bir
başarıya neden olacaktı.” (s377)
“Uluç
Ali artık bir kadırga veya birkaç kadırga kaptanı değildi. Fakat bir deniz
fırkası kumandanı idi ve hayatının yeni bir devresine giriyordu.” (s384)
“Uluç
Ali, İskenderiye Beylerbeyi olarak Mısır donanmasıyla ve iki bin leventle
Malta’ya geldi.” (s388)
“Uluç
Ali altmışında olduğu halde Sen Jan’a atlayanların başında idi.” (s401)
“Bu
gibi olaylardan anlaşılıyor ki, eğer Türk donanması o yıl Uluç Ali’nin
tavsiyesine uyarak savaşmasa idi, Frenk donanması kendiliğinden dağılır
giderdi.” (s428)
“Uluç
Ali on iki düşman gemisini denizin dibine göndermiş” (s454)
“Hatta
batının en taraflı tarihçileri bile Uluç Ali’nin o büyük savaştaki
haraketlerini, gizleyemedikleri bir hayret ve hayranlıkla anlatıyorlardı.” (s455)
“Bu
sıralarda Uluç Ali Paşa Kaptan-ı Deryalığına tayin edildi. Yazılan fermanda
‘Uluç’ yerine Kılıç sözü kullanılıyordu.” (s459)
“Uluç
Ali, baştardasında İkinci Sultan Selim’le senli benli konuşuyordu.” (s462)
“Uluç
Ali elinde kum saati olarak gemilerin ne kadar zamanda savaşa hazırlandığını
tespit ediyordu.” (s463)
“Adım
bu kılıç kadar temiz ve parlak kalacaktır ve gene bana kara Yusuf tarafından
verilen bu kılıç dolayısıyla adımın Uluç değil fakat Kılıç olarak anılmasını
istedim” (s470)
*Uluç
Ali’nin aşkını anlatan anlamlı ve romantik pasajlar:
“’Evet!’
diye cevap verdiği zaman sesi, koynunun en özünden kopup gelen bir ilanı aşkın
vahşi denilecek kadar samimi ateşini taşıyordu. Sanki iki gencin gözleri
dudakları idi; bakışlarıyla dudak dudağa geliyorlardı.” (s35)
“Genç
bir ağaçtan birkaç kere çift çift kirazlar kopartıp, bir tekini Ali’ye ikram
ettikten ve bir tekini kendisi yedikten sonra, ağaçta kalan bir tek kirazı kız
ağzına attı ve hemen; “A, ne fena ettim, sana kiraz kalmadı. Bu ağzımdaki
kirazın yarısı senin, yarısı da benim. Şimdi senin olan yarım kirazı sana
vereceğim! Isır!” dedi ve ağzındaki kirazı dudaklarının ucuna getirerek Ali’nin
dudaklarına doğru uzattı.” (s198)
“O
anda yeryüzünün o kuş uçmaz kervan geçmez ücra yerinin bütün yıldızları,
dağları, ormanları, akarsuları, çimenleri ve gecenin bin bir çeşit böcekleri o
kızı o erkeğe, o erkeği de o kıza çeken, iten, kışkırtan seslerle dolup
taşıyordu.” (s209)
“Çünkü
demincek ilk çekingenlik ve korkuları geçtikten sonra iki genç birbirini,
birbirine öyle mükellef bir ziyafet olarak çekmişlerdi ki; onun sevinci kızın
gönlünde dinmeyen bir müzik gibi süzülüyordu.” (s212)
“İşte
tam o sırada kız, gözlerini aşağıya eğdi. İkisi de bakış bakışa geldiler ve
ikisinin de gözbebekleri ötekininkine tutuştu. Uluç Ali, çift cehennemler gibi
yanıp yalvaran ve yakan gözleri gördü. Sanki kız, gökten yıldızları topluyordu
ve o dakikada avuçlarını açıp Ali’ye uzatıyor ve hepsini de ona veriyordu.
Kızın ise o dakika gözlerinde cennet ve yüreğinde cehennem yanıyordu.
Kasıklarında bir eriyiş ve çözülüş vardı. Yüreği, göğsünde varyoz gibi
çarpıyor, başı sevinçler içinde fırıl fırıl dönüyor, tepeden tırnağa
titriyordu. İki genç birbirine dudaktan bir şey söylemediler. Zaten söylemeye
ne gerek vardı? Bakışları, her şeyi, sözden çok daha açık anlatmıştı. Kızın ilk
önce benzi atmış, gözleri mor harelenip çukurlaşmış, sonra yüzü renkle
harlamıştı.” (s259-260)
“Uluç
Ali, sanki havayı ve bulutları adımlıyordu, sevincinden göklere uçuyordu, ne
tarafa yürüdüğünü umursamıyordu.” (s263)
“Gözleri
Hatçe’nin gözleriyle ilk buluştuğu anda, gönlü doğunun daha da doğusundaki bir
enginden sanki dev bir şafak söküyormuş gibi büyük bir musikiyle titreyip
vıngıldamıştı.” (s265)
“En
ateşli şair, yirmi bin mısrada bile Hatçe’nin yüz öpücükte anlattığını
anlatamazdı.” (s281)
“Ali,
bir kadın yüreğinin icabında –ve bazı kadınlarda- ne derinliğe varabileceğini
anladı. Bu, öyle bir sevgi idi ki gövdede bitmiyor, ruhuna derinliyordu.” (s283)
“Kızın
gözleri çil çil parlıyordu, bakış bakış değil, bir çağırıştı; kızın gözlerinde
Ali’nin tatmak istediği bir tatlılık vardı; kız bakışını ve tatlılığını
gözleriyle Ali’ye, ‘Al’ Al! Bu senindir! Hep seninim!’ diye haykırarak
veriyordu.” (s348)
“Kendisinin
Uluç Ali tarafından zevceliğe istendiğini duyar duymaz, kızın gözleri ve yüzü,
yüreğinde çarpan sevinçle ışıklandı.” (s473)
*Turgut
Reis’in Avrupa’da çocukların rüyalarına girmesi:
“Aradan
hemen hemen beş yüz yıl geçtiği halde, bugün bile İtalya ve İspanya’da yaramaz
çocukları korkutmak için ‘Viene Dragutte/ Turgut geliyor’ denilirdi.” (s365)
*Cezayir:
“Cezayir
dünyada beyaz olarak –ister kar, ister deniz köpüğü- hepsinden de beyazdı.” (s156)
*Deyimler/Söyleyişler:
“Havada
bulut, sen onu unut” (s14)
“Sözünün
burasında kendini güm güm yumruklayarak…” (s161)
“Düşmanın
pire ise, o sanki deve imiş gibi hazırlan.” (s447)
*Cervantes
ve Don Kişot:
“Orada
Servantes iki kere yaralandı ve sol elinin hareket kabiliyetini tamamen
kaybetti. İşte bu adamdır ki, Lepanto’da iki tarafın ölülerinin acısını duydu
ve Donkişot’u yazdı.” (s457)
“Servantes
genç yaşında başını bu hayali masallarla doldurmuştu. O da okuduğu kahramanlara
benzer kahramanlıklar yapmak için Don Juan’ın filosundaki savaşçıların arasına
katılmıştı.” (s458)
*Kadınları
tasvirleyen enteresan yorumlar:
“Kadın
gönlünü anlamak, düşmana top atmaktan çok daha güç.” (s286)
“Kadınları
hiç boş bırakmayın; hep gebe bırakın ki fesatlık düşünmeye vakit bulamasınlar”
(s318)
*Şövalyeler:
“Korsanlar
şövalyelerin uzun saçlı olduğunu bilmiyorlardı.” (s318)
*İspanya’da
‘yıkanmama’ geleneği garip. Biz Avrupalıları daha medeni sayarken onlar ise
bizi hayal kırıklığına uğratıyorlar:
“Çünkü
ancak doktorun hastaya tavsiyesi üzerine banyo edilebilirdi.” (s104)
*İspanya’da
cellatların insanları yakması insanoğlunun şiddete ne kadar eğilimli oluşunun
acıklı bir ispatı:
“Cellatlar
yanmaya mahkum olan adamın ağzına ölüm armudu denilen bir tıkacı soktular. Ölüm
armudu yananların bağırmalarına mani oluyor, nazik kulaklı seyircilerin
kulaklarını çirkin seslerden koruyordu.” (s51)
“Engizisyon
tarafından kafirlerin yakılmaları merasimine ‘Otto da fe’ adı veriliyordu.” (s189)
“Büyük
şenlik oldu. Kafirler ateşe verilirken meyhaneler, kerhaneler müşterilerle
dolup dolup boşandı. Şehre oluk gibi para aktı.” (s191)
*İspanya’da
evlilik Osmanlı İmparatorluğu’nda ve bugünün Türkiye’sinde bile geleneklerin
devamını ifade ediyor:
“Fakat
İspanya asilzadeleri arasında, kız veya erkek çocukların küçüklük çağlarında
nişanlanmaları, asırlardan beri devam edegelmiş bir adetti.” (s196)
*Ağlayıcı
kiralama fikri ne kadar yaratıcı ve bir o kadar da trajikomik bir gelenek:
“Birisinin
ölüsüne para ile ağlayıcı mı kiralanacak?” (s161)
*Kitap
Türk korsanlığı hakkında ansiklopedik bilgiler içeriyor:
“Türk
korsanlığı, canını savunma kabilinden tabii bir tepkiydi. Yakındoğu’ya karşı
korsanlık, Ortaçağ’ın başlarında Filistin’e giden Haçlılarla başladı. Ve bu
Haçlı seferleri bu nam veya başka bir nam altında on dokuzuncu yüzyılın başına
kadar devam etti.” (s30)
“O
zamanlar korsanlığın belli başlı vasıflarından biri delikanlılıktı. Aydın
kıyılarının gençliği, o meydan okuyuculukları, gözlerini budaktan
sakınmazlıkları, ihtirasları ve şana susayışlarıyla berkendenin kıç kasarasında
mükemmel olarak temsil edilmişti.” (s42)
“Bütün
bu işlerin gürültü ve patırtısı nöbet nöbet savaş havasını çalan mehterin davul
ve zurnaların gürleyişi arasında, bazen işitilir, bazen işitilmez oluyordu.”
(s100)
“Türk
korsan gemilerinde temizliğe çok riayet edilirdi. Çünkü gemide namaz kılındığı
için orası adeta bir cami sayılırdı. Bundan başka bir gemi bir şehadet meydanı
idi; dolayısıyla pis ve mundar olmaması lazımdı.” (s103)
“İşte
bu temizlik kaygısı dolayısıyladır ki, güverteye tüküren bir korsan, korsan
yasasına göre falakaya yatırılır, ceza olarak ayak tabanlarına on kere sopa
çalınırdı.” (s104)
“Savaş
sırasında birisi yaralandı veya şehit oldu muydu, korsanlar onu hemen ambara
taşırlardı. Amaç, arkadaşlarının öldüğünü görerek öteki korsanların morallerinin
bozulmamasıydı.” (s109)
“Türk
bahriyesini asıl kuranlar ve idare edenler korsanlardı. Onların bir sürü
yasaları vardı. Türk resmi bahriyesine öğüt olarak kırk nasihat veyahut kaide
kaleme almışlardı. Bu kaidelerin yirmi altıncısı şöyledir: ’26) Bey
gemilerinden Türk olmayan yüzer forsa çıkarılıp yerlerine tersane gemilerinden
çıkarılan küreğe mahkum Türkler konulmalıdır. Buna muhalif olan biri çıkarsa
hemen onu gemi dışarı etmelidir. Çünkü çok defa Frenk forsaları bey gemilerini
basıp girmişlerdir.” (s113)
“Himmet’in
cenaze töreni yapıldı. Şehit olduğu için naşı yıkanmadı. Çünkü şehit, kanı ve
üst başıyla gömülürdü. Kendisine yelken bezinden bir kefen dikildi. Kefenin
ayak tarafına büyük topun on beş okkalık bir güllesi bağlandı. Kefenin üzerine
ziftle bir ‘Hüve-l-Hallak-ul Baki’ yazıldı; cenaze namazı kılındı.” (s115)
“Felemenk
gemilerinin yapıcıları –ora sularının ekseriya sığ bulunması dolayısıyla-
gemilerinde mümkün mertebe az su çekimiyle en çok manevra ve seyir kabiliyetini
birleştirme amacını güderlerdi. İspanyol taraka, barça, karavela, olaka ve
borton gibi kalyon takımı yelkenlilerinde ise muayyen bir mesefanin içine
mümkün mertebe çok top tıkmak amacını güderlerdi. Kara Yusuf’un kumanda ettiği
Türk korsan gemilerinde ise –berkende, kalita, kadırga vesairede- geminin küreğe
geldiği kadar, fırtınaya dayanıklı olmasına dikkat edilirdi; çünkü kışın da
sefere çıkarlardı.” (s118)
“Ne
olacak, korsanın varı yoğu yanında sallanan babacan palasıdır.” (s122)
“biliyor
ve gün gibi ay ışığı dolayısıyla görmüş bulunuyor idiyseler de, yine sormak ve
parola almak adetinden vazgeçmiyorlardı. Çünkü parola sayesinde birçok tuzaktan
kurtulmuşlardı.” (s125)
“Afrikalı
kardeşlerimiz savaşa iştirak ederlerse, korsanlık kaidelerine göre, ganimetten
pay alırlar.” (s140)
“Kara
yakınsa şehitler, denize değil, karaya gömülürlerdi.” (s144)
“Korsanların
yurtları denizdi. Her karaya gelişlerinde yürekleri burkulurdu: Acaba denize
bir daha açılacaklar mıydı?” (s147)
“Korsanların
karada bir bağlarının bulunmaması bir bakımdan iyi ama bir bakımdan da fena oluyor.
Herife, nerelisin diye sırmuşlar; karımın köyündenim, demiş.” (s149)
“Bütün
Avrupa ‘Utrecht’de toplanıp, korsanlığın meşru sayılmasına ve İspanya’dan
yapılacak talanların, talancı Avrupa devletleri arasında paylaşılmasına karar
veriyordu.” (s154)
“Kimdir
o insan ki, hayatının bir aşamasını kaparken üzüntü duymasın? Gemide Kara
Yusuf, odabaşı Selim, serdümen Yaşar, baş yelkenci İmdad’ın Halil, selsireci
Karadayı Mahmut, Koca Murat, Necmeddin, topçubaşı Deli Davut, ihtiyar Emin,
delikanlı Celal, Kilizmanlı Cafer, Kuşadalı Hurşit, Foçalı Mesut, marangoz
Mümin Usta ve daha birçok korsan vardı.” (s168)
“Korsandılar.
İçlerinden kabaran sevinç, bir deniz zaferi sonunda uzaktan duyulan gülbanklar
gibi içlerinde homurduyordu. Dayanamadılar! İçlerindeki sevinç türküsü fırlayıp
boşandı. Bütün berkende halkı, bir heyamola (eyyam ola!) tutturdu.” (s169)
“Gemi
zengin bir av idiyse ondan kaçtıkları takdirde korsanlar birbirinin yüzüne
bakmaktan utanacaklardı.” (s170)
“Gemi
böyle giderken güvertelerin üzerine deniz suyu ve –ayaklar kaymasın diye de-
kum döküldü.” (s173)
“Korsan
gemisinde mehter susmuştu. Çünkü mehteri çalanlar, elde silah çarpışıyorlardı.”
(s177)
“Hemen
o anda korsan adetlerine uyularak İskender’e kırlangıç reisliği ve Uluç Ali’ye
de kırlangıçta topçubaşılık töreni yapıldı.” (s226)
“’Havada
kafir var’ korsan dilinde, yakın mesafede muhtemel bir av, bir düşman gemisi
var demektir.” ( s227 )
“Genellikle
savaşa hazırlanma işareti davul çalınarak verilirdi.” (s232)
“Zaten
korsanlar, pek darda kalmayınca piştova davranmazlardı; ekseriya onları, bir
son çare olmak üzere kuşaklarına sokulu bırakırlardı. Korsanlara göre savaş
denilen oyun, silahların sultanı, kısa ve geniş yalın denizci palası, veya kısa
denizci yatağanıyla oynanırdı.” (s243)
“Korsanlar,
bugün yaptıkları gibi, her ne zaman şehre akın ederlerse konfesiyonal
(günahların itiraf edildiği kafesli yer) hiç olmazsa bir ay için, akşama kadar,
arı kovanı gibi dolar, boşanır. Gelenlerin hepsi de kadındır; hepsinin de
itiraf ettikleri günahlar aynı günahtır. Mesela, korsanlar geldi, -Allah
belalarını versingelirler a. Sonra bu herifler erkek. Eh olurlar a. Zaten insan
dediğin ya erkek, ya kadın olur- dilim söylemeye varmıyor; nelerin olup bittiğini
sen anlıyorsun değil mi?” (s245)
“Fransa’nın,
İspanya’nın, İtalya’nın Akdeniz kıyılarında Yakınşark’ın çok badem gözlülerine
rastgelinir. Akdeniz ırkları çok karışmıştır. Fakat bu hale asıl Yakınşark
korsanlarının sebebiyet vermiş olduklarına dair kuvvetli vesikalar vardır.”
(s246)
“Uluç
Ali ‘Taksimli ateş’ diye icad ettiği bir tarzını tatbik ediyordu. Yani her top,
düşman gemisinin muayyen bir noktasını hedef seçiyordu.” (s271)
“Korsanlar,
Sen-Jan şövalyeleri ve yeniçeriler gibi, kendilerini dini bir teşekkülün
üyeleri saydıkları için derviş usulüyle, yeni sağ ellerini göğüslerine ve
yüreklerinin üzerine koyarak ve eğilerek selam verirlerdi.” (s285)
“Uluç
Ali, her korsan gibi, iş dışında bulduğu her yarım saat veya çeyrek saatlik bir
vakit süresinde bir şekerleme kestirebilirdi.” (s289)
“Kadınlara
ve silahsız olanlara saldırmayız.” (s305)
“O
zamanki savaş kanunlarına göre kendi sularında yakalanan silahsız tüccar
gemilerinde bulunanlara yapılabilecek en ağır muamele onları esir etmekti.
Onları öldürmek cinayet sayılırdı.” (s343)
“Kızla
nikahlarının kıyılmasını istedi. Odabaşı da nikahı kıydı. Haber gemide
duyulunca korsanlar toplanarak üç kere gülbank çektiler.” (s352)
“O
zamanın deniz töresine göre hareket ederek birbirini top tüfek ateşi ile
karşıladılar. Turgut ve Uluç Ali filosunun törene ait manevralarda gösterdiği
hız, ustalık ve düzen resmi donanma denizcilerine parmak ısırttı.” (s370)
“O
zaman denizlerde töre olduğu üzere yabancı gemi Turgut Reis’in savaş gemisine
rasgelince yelkenlerini stinga etmesi ve orsaalabandaya pruva çevirerek savaş
gemisinin süvarisini münasip bir hediye ile ziyaret etmesi lazımdı.” (s371)
“Türk
siperleri bir Türk icadı olan toprak yürütmek, yani kaza kaza yanaşmak
suretiyle” (s383)
“Ve
belki de deniz tarihinde bir misline daha rast gelinmeyecek bir keşif hareketi
yapmıştır. Düşman limanına girmiş ve gemileri bir bir saymış ve teknelerin de
çeşidini tespit etmiştir.” (s420)
“Denizde
Türklerle karşılaşmak deliliktir. Denizde onu yenmek mümkün değildir.” (s422)
“Yalnız
yeniçerilerde tüfek vardı, öteki savaşçılar uzaktan yakından balta, pala ve
yatağan kullanıyorlardı.” (s424)
“Bütün
deniz subayları selsirenin tiz ötüşüyle, titreyişiyle, davudi bir ses
çıkarışıyla emirlerini verirlerdi.” (s439)
“Türklerin
Akdeniz egemenliğini ancak büyük bir zeka ve cesarete sahip olan korsanlar
kurmuştu. Bu korsanlar yüzyıllarca sonra Avrupalılara ve özellikle İngilizlere
örnek olmuşlardı.” (s446)
“Deryada
küffar donanmasına rastgelinse bizim donanma Rumeli veyahut Anadolu sahillerine
yakın düşman donanması açıkta olsa, çatmaya heves etmemelidir, görmemezliğe
gelerek geçip gitmelidir. Fakat bizim donanma açıkta düşman kenarda olursa veya
bir iki donanma enginde olursa düşmana çatmak caizdir.” (s447)
*Kliring:
“On
beşinci asrın başından on sekizinci asrın sonlarına kadar, esirler için
kurulmuş kliring müesseselerinin en büyükleri Amsterdam’da idi. Bütün devletlerin
korsanları vardı.” (s122)
*Korsanların
savaş/sosyal coşkularını göstermek için ‘gülbank’ çekmelerini okumak bende hoş
bir duygu bırakıyor, coşkularını hissediyorum:
“Piştov
tarrakaları ve çelik şakırtılarıyla beraber göklere korsanların gülbankları
(savaş nidaları) yükseldi.” (s144)
“Korsanlar,
yukarıya tırmanırken gök kubbesini sarsan bir gülbank çektiler.” (s250)
“Gemiden
bir gülbank nidasıdır yükseldi.” (s293)
“Düşman
güvertesine hırıldayan ve gülbank çekerek gürüldeyen kalabalık bir insan seli
aktı.” (s345)
“Yeniçeriler
hücumlarından önce gülbank çekiyorlardı.” (s389)
“Türk
donanmasındaki yeniçerilerin Hacı Bektaş gülbangı duyuldu.” (s415)
*Gülbank
gibi Heyamola da insanı neşelendirip, takım ruhunu canlı tutuyor:
“Demir
kaldırılırken, gemiler karaya çekilirken koro halinde söylenen ‘heyamola’ların
söyleyeni oydu.” (s45)
“Korsandılar.
İçlerinden kabaran sevinç, bir deniz zaferi sonunda uzaktan duyulan gülbanklar
gibi içlerinde homurduyordu. Dayanamadılar! İçlerindeki sevinç türküsü fırlayıp
boşandı. Bütün berkende halkı, bir heyamola (eyyam ola!) tutturdu.” (s169)
*Dilbilim:
-Di
Levante: Venedikliler onlara ‘doğudan’ anlamına gelen ‘di levante’ derlerdi. Levent
tabiri bundan galattı. (s155)
-Ole!:
Ole nidası raksederken Arap kızlarının Allah! Diye çağırmalarından kalmadır.
(s188)
-Oto
da fe: Engizisyon tarafından kafirlerin yakılmaları merasimine denir. (s189)
-İtalyan
atasözü: “Che isa Francia O Spenin basta che si mangia” (elverir ki yiyecek ekmek
olsun, isterse Fransa, isterse İspanya bize hakim olsun) (s21)
-İspanyolca:
“Vive guin?” (s217)
“Alesta! Tiramola!” (s220)
“Abajo, abajo!” (s346)
“Madre mia!” (s350)
-Köftehor:
“Karısı tarafından kendisine boynuz takılmasına aldırmayan erkeğe derlerdi.”
(s465)
-Sözler:
“Çoğalacağım” hamileliği ifade ediyor:
“Çoğalacağım,
sen şu develere bak!” ( s17 )
“Ruhi akıntı”
“Biraz
önceden beri çocuğun ve ona bakanların gözleri arasında ruhi bir akıntı gidip
gelmişti.” (s43)
*Kitapta
geçen şiirler:
“Murat
Reisin gemileri seksen direkli,
İçinde tayfalar, korsanlar aslan yürekli,
Enginden bir kuş geldi, kondu ay gemiye,
serene,
Beş Mısır hazinesi vereyim görene.
Murat Reisin gemileri çamdır, dayanmaz.
İçinde tayfalar ağalar uyur, uyanmaz.” (s45)
“Atılsın
toplar ve kurşunlar, çekilsin oklar bir bir!
Bezensin, kızıl kesilsin düşman kanıyle derya.
Duralım kahraman gibi düşmana karşı hışmiyle
Olup ateş saçan gemilerimiz tıpkı ejderha
Tam altmış sene bezm-i vegada olduk amade,
Yine
amadeyiz cenge Neriman ile biperva
Eğerce
sureta piriz ve lakin bezmü rezm içre,
Şu
cenge görmüşüz kim görmemiştir dide-i derya” (s45)
*İşkence:
“Teslim
edilecek esirlerin ilk önce işkence edilerek ve burnu kulağı kesilerek hepsinin
öldürüldükleri öğrenildi. Bu işkenceleri Bragadino emrettiği için, aynı
işkenceler ona yapılarak adam idam edildi.” (s412)
*Preveze
Deniz Savaşı’nın savaş tarihindeki önemi:
“Siftah
olarak Preveze savaşında ateşli silahlar kullanılarak, savaş gemileri bir deniz
harbinin gerekli parçası oldular.” (s335)
*Zamanın
kum saatiyle ölçülmesi:
“Yoldaşlara
yarım kum saati izin veriyorum.” (s297)
“Uluç
Ali elinde kum saati olarak gemilerin ne kadar zamanda savaşa hazırlandığını
tespit ediyordu.” (s463)
*Protokol:
“Şarlken’in
elini uzatması ve Dorya’nın da uzatılan eli öpmesi gerekti.” (s278)
*Savaş
istatistikleri:
“Andrea
Dorya altı yüz savaş teknesini kumanda ediyordu.” (s325)
“Tarihin
en büyük deniz savaşlarından biri başlamak üzereydi.” (s326)
“Keşif
filosu – Don Juan di Kadrona – 7 gemi,
Öncü filosu – Jan Dorya kumandasında – 52
gemi,
Merkez filosu – Don Juan d’Otris – 64 gemi,
Artçı filo – Agostino Barbarigo – 46 gemi,
İhtiyat filosu – Don Alvarado Bazan – 37
gemi.” (s431)
*Tiyatro:
“Tiyatrolarda
perde arkasında vurulan üç sopa darbesi, piyesin başlayacağına işarettir.”
(s329)
*Kürek
çekmeye mahkum olanlar:
“Para
cezası görenler veyahut şu kadar sopa yemeye mahkum olanlar da para
vereceklerine veyahut kötek yiyeceklerine kürek çekmeyi tercih ediyorlardı.”
(s323)
*Lepanto
Savaşı:
Türkçe’de
“İnebahtı” olarak bilinir. (s432)
*Denizde
Türklerle savaşma korkusu:
“Denizde
Türklerle karşılaşmak deliliktir. Denizde onu yenmek mümkün değildir.” (s422)
*Yazar
diğer kitaplarında olduğu gibi inanılmaz bir yaratıcılıkla ‘doğa seslerini’
önümüze getiriyor:
-Çatır
çutur (s13)
-Çatır
çatır (s56)
-Pat
pat (s30)
-Şıpır
şıpır (s43)
-Cık
(s46)
-Cık
cık (s46)
-Güm
güm (s47, 88, 161, 220, 275)
-Cayır
cayır (s47, 106, 186, 237, 279, 357, 430)
-Şak
şak (s50)
-Cıııız…zzz
(s63)
-Cart
curt (s63)
-Fışıldata
fışıldata (s65)
-Zangır
zangır (s69, 102, 345, 474)
-Zıp
zıp (s69)
-Ciyak
ciyak (s69, 178)
-Güldür
güldür (s74)
-Çat
(s78)
-Küt
(s78)
-Fışıyu…fışıyu
(s81)
-Tıs
(s100, 118)
-Fi…i…şş
(s116)
-Güm…fi…ş,
güm! Fıı…şşşş (s116)
-Paldır
küldür (s117, 311)
-Çimdik
çimdik (s118)
-Brugr!
Bugurg! (s124)
-Ki….r
hu…urru (s129)
-Diling!
Dlung! (s145)
-Pır
pır (s145)
-Cız!
(s147)
-Cııız!
(s148)
-Püf
(s151)
-Çıt
(s151, 167)
-Tık!
Tak! (s156, 166)
-Ss…ıss,
s…ıss! (s169)
-Cız…z..zzz!
(s183)
-Çil
çil çıngıldayıp (s190)
-Gıcırdata
gıcırdata (s200)
-Gürül
gürül (s201, 355, 427)
-Şapıl
şupul (s203)
-Sıssstt
(s204)
-Cıyık!
(s212)
-Şapır
şupur (s214)
-Takırtı
tukurtu (s216)
-Fişuuuf
fişuu (s237)
-Cızır
cızır (s244)
-Şrak
şrak (s258)
-Tintin
(s261)
-Şişşş!
Şııışşş! (s261)
-Vıngıldamıştı
(s265)
-Gürr!
(s268, 355)
-Bangır
bangır (s276, 427)
-Tırak!
Tırak! (s280)
-Pat
pat! (s280, 281)
-Şişşş
(s280)
-Şak,
şuk! (s298)
-Pııırt!
Puu….rrt! (s299)
-Şırrak!
(s301, 470)
-Zıngır
zıngır (s314)
-Çın
çın (s316)
-Zır
zır (s320)
-Çatır
çutur (s333)
-Mır
mır (s346)
-Fırıl
fırıl (s355)
-Gırr…rr!
(s402)
-Çatır
çatır (s454)
-Patpat
(s464)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder