AKKA-890
Okuduğum
Tarih: Eylül 2013
Bu değerli romanı belki 20 sene ya da daha önce okumuştum ve o zaman da
heyecanlandığımı hatırlıyorum. Gözlemlerimi yazmadığım için maalesef aklımda
bir şey kalmamıştı. Şimdi tekrar okuduğum için çok memnunum.
Romanın
Özeti:
Roman aristokrat olan Prens Lev adlı saralı 27 yaşındaki bir gencin
İsviçre’deki tedavisinden sonra Rusya’ya St. Petersburg’a dönüp orada iki güzel
kadın arasında bocalarken bir yandan da sosyeteye ayak uydurmaya çalışmasını
anlatıyor. Prens Lev saflık derecesindeki iyi niyetiyle, sara hastalığının
belirtisi ile beraber sık sık çevresi tarafından ‘Budala’ damgasını yiyor.
Prens Lev, St. Petersburg’a gelirken trende bir zenginin küstah ve
olağanüstü hırslı çocuğu Rogojin ile
tanışıyor. Konuşmalarına kulak misafiri olan Lebedev, Rogojin’e dalkavukluk
ediyor yol boyunca.
Prens trenden inince akrabası olan Yepaçin’lerin evlerine ilk kez gidiyor.
Onlara kendisini tanıtıyor ve sempatilerini kazanıyor. Hatta aile reisi General
İvan, prense hem katiplik işi buluyor hem de kendi asistanı Gavrila’nın
ailesinin yanında ona pansiyonerlik de ayarlıyor. Prens generalin üç kızı (Adalide,
Aleksandr, Aglaya) arasında Aglaya’nın güzelliği ve kişiliğinden etkileniyor.
Aglaya ile Gavrila arasındaki belirsiz ilişkiye de tanık oluyor.
Prens, Gavrila’nın evine yerleşmeye gidiyor ve onun çılgın babası emekli
general, Gavrila’nın kardeşleri Varvara ve Kolya ile annesi Nina ile tanışıyor.
Oradayken inanılmaz güzellikteki Nastasya Gavrila’yı görmeye geldiğinde prens ondan
çok etkileniyor.
Arkasından Prens Nastasya’nın evinde verdiği doğumgünü partisine aynı
akşam davetsiz olarak gidiyor. Gece Nastasya’ya deli gibi tutkun olan ve
babasının vefatıyla yeni ve büyük bir servete konan Rogojin eve baskın yapıyor.
Sebebi Nastasya’nın o gece Gavrila ile evlenip evlenmeme kararını açıklamasıdır.
Nastasya ne yapması gerektiğini Prense sorar Prens Lev de evlenmemesini tavsiye
edince ortalık karışır.
Prens de vefat eden bir yakını sayesinde bir servete kavuşmuştur, Moskova’da
miras işleriyle uğraşırken bir yandan Rogojin’le de görüşür. Nastasya ise Rogojin’in
kendisiyle evlenmek istemesine yönelik çılgın tutkusuna karşı çıkmakta ondan
hep kaçmaktadır. Prensin ara ara sara hastalığı belirtileri nüksetmeye
başlamıştır.
Prens bir ara oteline döndüğünde Rogojin ile karşılaşır ve arkadaşının
elinde bir bıçak vardır ama Prense saplayacakken berikinin sara hastalığı krizi
gelir ve Prens merdivenlerden yuvarlanırken Rogojin ortadan kaybolur.
Prens iyileşince Pavlosk’a Lebedev’in yazlığında kalmaya gider. Orada
Yepaçinlerle görüşmeye devam eder.
Prens bir gün yazlıkta herkesle beraberken kendisi hakkında çıkan bir
gazete haberi okunur. Orada mirasını hak etmediği asıl vefat edenin öz oğlunun
hak ettiği yazmaktadır. O kişi Yepaçinler gibi o sırada Lebedev’in evine
gelmiştir. Prens ise Gavrila’nın yaptığı
araştırma sonucu elde ettiği açıklamalarıyla beraber yanlarında bulunan kişinin
vefat edenin oğlu olmadığına dair foyasını ortaya çıkarır ama yine de ona para
vereceğini duyurur. Ancak adam reddeder ve evi terk eder.
Davet sonrası dışarı çıktıklarında bu sefer oradan bilerek geçen
Nastasya, aralarında bulunan iyi yürekli bir genç olan Yevgeniy’e iftira atar.
Rogojin’de bu arada iyice Nastasya’nın piyonu hale gelmiştir.
Prensin doğum günü için yapılan sürpriz bir partide Agalaya’nın prense
olan ilgisi ön plana çıkmaya başlar. Aglaya’nın annesi Lizyeta (Prensin de
akrabası) kızlarını ve dolayısıyla Aglaya’yı korumaya çalışmaktadır.
Bu buluşmalarda genç veremli İppolit de bir keresinde herkese kendi
anılarını/ itiraflarını okur. Hastalığı çok ilerlemiştir. Sonra kendini
öldürmeye çalışır ama rezil olur.
Nastasya ise aralarda yazlık yerin etrafında sık sık belirmekle hepsinin
kafalarını karıştırmaktadır. Bu yüzden Prens Nastasya’ya vurmaya yeltenen bir
subayın elini tuttuğu için az kalsın düelloya davet edilmekten son anda başka
birinin araya girmesiyle kurtulur.
Zaman zaman parkta ikili gizli görüşmeler ayarlanır. Nastasya ile Prens
yada Aglaya ile Prens arasında. Herkes Aglaya ile Prensin evlenmesiyle
uğraşıyor gibidir. Gizli mektuplaşmalar devreye girer. Bu mektuplaşmalara
örnekler: Prens ve Rogojin veya Nastasya ve Aglaya.
Aglaya ile Prens arasında yakınlaşmalar artar, Aglaya Prense bir kirpi
yollar. Prens bu hediyeyi neye yoracağını bilemez. Yepaçinlerin evlerindeki
sosyetenin davet edildiği bir partide Prens kendisini konuşmalarıyla rezil eder
daha önce Aglaya’nın içine doğarak uyarmasına rağmen salonda bulunan değerli ve
antika bir Çin vazosunu düşürür ve kırar.
Aglaya Prensi Nastasya ve Rogojin’in olduğu eve götürür orada iki kadın
çok kötü kavga ederler. Aglaya orayı ağlayarak terk eder. Nastasya Rogojin’i
evden kovar. Prens bayılan Nastasya’nın yanında kalır.
Nastasya Prensle evlenmeye karar verir ancak düğün günü gelinliğiyle Rogojin’le
ansızın kaçar. Aglaya da zaten ailesiyle kışlığa dönmüşlerdir. Aglaya artık Prensle
ilişkiyi kesmiştir.
Prens St.Petersburg’a Rogojin’in evine gelir ve onu bulmak için hergün
evinin etrafında dolanır. Bir gece Rogojin onu evin içine alır. Orada Prens Nastasya’nın
Rogojin tarafından bıçaklanıp öldürüldüğünü görür. Sabaha polisler gelip
Rogojin’i tutuklayana kadar beraber otururlar.
Rogojin 15 yıl hapis için Sibirya’ya sürgüne yollanır. Prens hastalığı
ciddileştiği için İsviçre’ye tedaviye gönderilir. Yevginiy ona göz kulak olur.
Aglaya kendini kont olarak tanıtan ama aslen göçmen olan birisiyle kötü
bir evlilik yapar. Bu arada hem İppolit hem de Gavrila’nın babası delilik
mertebesine gelmiş general vefat etmişlerdir. Prensin de durumu ciddidir.
Gözlemlerim:
*Önemli
karakterler ve özellikleri:
Prens: Saf, dürüst (Budala), saralı.
Nastasya: Çılgın(deli), güzel, isterik, kendini mutluluğa layık
görmüyor.
Rogojin: İhtiraslı karanlık ruhlu, zalim.
Aglaya: Gururlu, güzel, şımarık
Genelde karakterler uçlarda yaşayanlardan yaratılmış. Aglaya güzel ve
şımarık ama bir o kadar ihtiraslı, diğer yanda güzelliğiyle insanın başını
döndüren Nastasya hırsıyla ortalığı karıştırmaya çalışıyor, bir başka yanda da
Nastasya’nın kulu kölesi ve sonunda katili olmayı seçen Rogojin’in kendi içini
kemiren dünyası. Bunların arasında Prens naif bir köprü kurmaya çalışan ama
kendi duygularına da doğal olarak kapılan bir zat.
*Karakterlerin
tam isimleri:
-Prens Lev Nikolayeviç Mışkin
-Parfyon Rogojn
-Gavrila Ardalionoviç
-Nastasya Filippovna
-Aglaya Yepançin
-General İvan Fyodoroviç Yepançin
*Prense
‘budala’ damgasını vuran pasajlar:
“Sık gelen nöbetler neredeyse bir budala yapmıştı onu. Profesör
budalalık, delilik gibi hastalıkları kendince bir metotla, soğuk su ve
jimnastikle iyi ediyormuş.” (s.32)
“Öykümüze başladığımız o sabah da acınacak bir budala, nerdeyse sadaka
dilenen bir yoksul gibi.” (s.60)
“Herkes nedense bir budala olduğumu düşünüyor. Evet, bir zamanlar çok
hastaydım, bir budaladan farksızdım.” (s90)
“Bir şey bilmeden gevezelik ediyorsunuz…’kendi kendine söyleyendi’
budala!” (s97)
“Nasıl oluyor da siz (içinden ’budala!’ diye eklemişti...” (s109)
“Ah! Kahrolası budala!(kendinde değilmiş gibi öfkeyle bağırmıştı. Yoksa
öylesine küçümsediği bu ‘budala’nın her şeyi çok iyi anladığını ve yeterince
iyi anlattığını fark ederdi.” (s110)
“Ne budala şey bu! Nereye gidiyorsun? Kim geldi diyeceksin?” (s128)
“Açıklama yaparken açık açık ’budala’ diye fısıldadığını bile duymuştu.”
(s132)
“Sizin budala olduğunuzu da nereden çıkardım ki? Başkalarının hiç fark
edemediği şeyleri fark ediyorsunuz.” (s152)
“Prense birilerinin tuhaf bir biçimde neden budala dediğini
anlayamadığını, kendisinin de hiçte öyle düşünmediğini, prensin çok aklı
başında biri olduğuna inandığını söyledi.” (s174)
“Bir buçuk milyonu var, hem prens, hem de söylediklerine göre bir
budala… gerçek şimdi başlıyor işte!” (s214)
“Budala olmasına budala, ama bir şey elde etmenin en iyi yolunun
karşısındakinin pohpohlamak olduğunu çok iyi biliyor; çok ilginç biri!” (s216)
“Adını kimsenin bilmediği genç ve budala bir prensten söz ediyorlardı
kentte.” (s228)
“Çünkü ’o çocuk biraz şey olsa da’ bunu hak ediyordu ama ‘budala’nın
yaptığına ne çok sevindiği de yüzünden belliydi.” (s233)
“Aklın körelmesi, ruhun kararması, budalalık bu ’yüce dakikaların’ gayet
açık sonuçları gibi geliyordu ona.” (s287)
“Öykümüzün kahramanı gibi ya bir budala olarak büyümüş yada budalalık
tedavisi gördüğü (evet, tam öyle!) İsviçre’den malum insanların bahtı açıktır.”
(s332)
“Ne var ki küçük soylu çocuk her soylu çocuğu gibi bir budalaymış.” (s333)
“Soylu bir aileden geliyordu, milyonerdi, budalaydı…” (s334)
“İsviçre’de budalalık hastalığım için tedaviye dünyanın parasını akıttı.”
(s335)
“Birçok kişinin budala olduğumu düşündüğünü biliyorum.” (s349)
“Evet, bir budalayım ben, su katılmamış bir budala!” (s351)
“Bu budalanın yarın onların yanına koşacağını, dostluğunu ve parasını
onlara sunacağını bilmiyor sanki…” (s361)
“Cizvit, aşırı tatlı ruhlu, budala iyilik budalası milyoner…” (s380)
“Budalalıklarınıza ailemizi de karıştırdığınız için seviniyorsunuzdur
şimdi…” (s381)
“Nasıl oluyor da budala diyorlar size, aklım almıyor!” (s395)
“Oysa ‘biçimsiz şey’ , ’budala’ diyordu senin için.” (s404)
“Ama bir budalaya böyle yazılamayacağını düşünemedi, sonuç da böyle
oldu…”(s410)
“Ve sonra, şu iğrenç prens bozuntusu, şu pis budala ortaya çıkınca her şey
birbirine girmiş.” (s.418)
“Tanrım, iyi ki bir budala o ve… ve… yabancımız değil!” (s420)
“İyi ki böyle bir budalayla oynaşıyor.” (s440)
“Bir tıp adamı mıdır, yoksa her şeyi sezinleyebilen olağan üstü zeki
biri mi? (Ama sonuçta bir ‘budala’ olduğu da kesin.)” (s493)
“O zamanlar tam bir budalaydı. Doğru dürüst konuşamıyor, kendisine ne
sorulduğunu bile anlayamıyordu.” (s535)
“Şu prens bozuntusu koca bir budalaydı, sonra ne sosyeteden haberi
vardı, ne de sosyete kendine bir yer edinebilmişti.” (s643)
“Sonra yavaş yavaş açılmıştı, hatta prensin hiç de ‘aptal’ olmadığını,
aslında hiçbir zaman da olmadığını.” (s644)
“Tanrım! Böyle… sizin gibi… beyinsiz biriyle bir şeye kalkışmak ne de
hoşmuş!” (s667)
“Benim gibi bir budala… dayanılacak gibi değildim o zamanlar…” (s684)
“Bu genç prens varlıklı sayılırdı, biraz aptalcaydı.” (s727)
“Birileri sizin için budala olduğunuzu söylediğinde kabul etmiyorum
bunu, hatta nefretle karşılıyorum.” (s734)
“Çok ilginç… zavallı budala! Kim bilir daha neler gelecekti başına?”
(s740)
“Böyle olduğunu söyler, elini sallayıp o zaman söylediğinin aynısını
söylerdi: ‘budala!’” (s775)
“Yevgini Pavloviç zavallı ’budala’nın durumuyla çok yakından ilgilendi.”
(s776)
*Eşek:
“Kısa süre sonra anladım ki, eşekler son derece yararlı canlılardı,
çalışkandırlar, güçlüdürler, sabırlıdırlar, pahalı değillerdir,
dayanıklıdırlar.” (s67)
*Yazar
okuyucusuyla zaman zaman bağlantı kuruyor, hitap ediyor, okuyucuyla kurduğu bu
mesafeli diyalog romanı bir sohbet havasına da sokuyor arada bir:
“Öykümüzün akıcılığını aksatmış olmayız sanırım.” (s44)
“Öykümüze başladığımız o sabah da acınacak bir budala, nerdeyse sadaka
dilenen bir yoksul gibi.” (s60)
“Öykümüzün ilk bölümünün sonunda anlattığımız...” (s227)
“Öykümüzde kahramanımızın ikinci kez sahneye çıkmasından hemen önce
oluyordu bütün bunlar. Ancak öykümüzün devamına girmeden bir başka şeyi daha anlatalım.”
(s236)
“Yanında okuyucunun önceden tanıdığı Lebedev’in yeğeni.” (s328)
“Ve nihayet, yukarıda söylediğimiz gibi...” (s401)
“Uyuyup da büyüsün, sırmalı giysiler içinde bir general olsun!
Gelgelelim, bu arada gereksiz konulara girdik.” (s413)
“Öykümüzün şimdiye kadar okuyucuya yeterince açıklamadığımız (itiraf
ediyorum bunu) kahramanlarından; Birinci grup dar kafalılar, ikinci grup ‘biraz
daha kafası çalışanlar’. Birinci gruptakiler daha mutludur.” (s585)
“Şunu da unutmayalım, insan davranışlarını yönlendiren nedenler,
genellikle zannettiğimizden daha karmaşık ve çeşitlidir, bu yüzden sonradan
olanları nadiren kesin olarak açıklayabiliriz.” (s612)
“Size şunu da söyleyeyim, ömrümde onun kadar temiz yürekli, dürüst ve
her şeye çabucak inanan bir insan tanımadım ben. Onu dinledikten sonra, isteyen
herkesin onu kolaylıkla aldatabileceğini, kendisini aldatan herkesi aradan bir
süre geçtikten sonra bağışlayabileceğini öğrendim ve işte bunun için de sevdim
onu…” (s720)
“Kendimizi daha da sahteci konumuna düşürmemek için iyisi mi, durumu bir
örnekle açıklamaya çalışalım; bakarsınız, iyi niyetli okur özellikle neyi
anlatmakta zorlandığımızı anlar.” (s727)
“Kahramanımızı okurun gözünde temize çıkarmak değil amacımız.” (731-732)
“Neler konuştuklarını bilmiyoruz. Bir saat sonra barışmış, mutlu.”
(s750)
*Prensin
sara hastalığı nüksettiği zaman okucuyu şaşırtmakla kalmıyor aynı zamanda
romana da yön veriyor, olayları etkiliyor. Özellikle Rogojin onu öldürecekken
Prense sara nöbetinin gelmesi hayatını kurtarıyor:
“Ama uzun zamandır kendini kaptırdığı, o zamana kadar bütünüyle
bilinçsiz olarak yaptığı bu hastalıklı hareketinin farkına varır varmaz hemen
onu son derece ilgilendiren bir başka şeyi hatırlatır. Nöbetlerin başladığı
zamanlardaki gibiydi. Böyle anlarda çok dalgın olduğunu, çok dikkatli bakmazsa
eşyaları ve yüzleri birine karıştırdığını biliyordu.” (s285)
“Bu arada o sıkıntıların, bunalımların sara hastalığının tam nöbet
gelmeden önce(nöbet uyanıkken geldiyse) bir aşaması olduğu, gerilim sırasında
beyninin bir anlığına aydınlandığı, yaşam gücünün olağan üstü güçlendiği
gelmişti aklına.” (s286)
“Muhammed’in sara nöbeti sırasında Allah’ın katına çıkıp, devrilen
testinin suyu boşalmadan döndüğü o an gibi bir andı bu.” (s287)
“Herhalde sarası giderek güçleniyordu.” (s288)
“Yine karıştırmaya başladım gibi geliyor bana… ne tuhaf! Başım dönüyor
gibi…” (s289)
“Hem hastalığı geri geliyordu, hiç kuşkusu yoktu bundan. Belki de o gün
kesinlikle gelecekte nöbet. Nöbetin yakın olmasındandı belki de tüm o karanlık,
o ‘düşünce’ de belki ondandı… “ (s290)
“Uzun zamandır gelmeyen sara nöbeti gelmişti. Bilindiği gibi sara
nöbeti, özellikle düşüren dedikleri çeşidi bir anda gelir. O anda saralının
yüzü çarpılır, özellikle gözleri kayar. Tüm bedeninde, yüzünde kasılmalar olur.
Anlatılamaz, hiçbir şeye benzemeyen korkunç bir çığlık kopar göğsünden. Bu
çığlıkta insana özgü her şey bir anda yok olur gider. Sara hastalarının nöbet
anındaki görünüşü birçok kimseyi handiyse mistik bir yanı olan anlatılamaz bir
dehşete düşürür.” (s297)
*Prensin
saf iyi niyetli duyguları, naif kişiliği:
“Bunu söylerken Prensin bakışı öylesine sevecen, gülümsemesi de gizli
bir kırgınlık duygusunun her türlü gölgesinden bile olsun öylesine uzaktı ki,
birden duraladı general, değişik bir biçimde baktı konuğuna.” (s.29)
“Prense bir bakışta insanın bütünüyle rahatlaması olasıydı.” (s.38)
“Göründüğünüz gibi içten, temiz yürekli bir insansanız, ileride aramızda
herhangi bir tatsızlık çıkmayacaktır.” (s.41)
“Prensin masum bir şaka
karşısında bile tertemiz bir genç kız gibi kızardığına bakılırsa, bence dürüst
bir genç olarak onun kalbinde son derece soylu, övülesi duygular yer etmiştir.”
(s179)
“Prens benim için hayatımda güvenilirliğine, sadakatine inandığım ilk
insandır. İlk görüşte inandı bana, ben de ona inanıyorum.” (s.198)
“Prensin gurur ve vicdan konularında herkesin bildiği şövalyece
duygusunu hesaba katıyordu.” (s.356-357)
“Paranızı ve dostluğunuzu öylesine ustaca önerdiniz ki, soylu, dürüst
bir insanın bu önerinizi kabul etmesi şu anda olanaksız. Ya çok safsınız ya da
çok kurnaz… Elbette siz daha iyi bilirsiniz bunu.” (s358)
“Bu budalanın yarın onların yanına koşacağını, dostluğunu ve parasını
onlara sunacağını bilmiyor sanki…” (s361)
“Cizvit, aşırı tatlı ruhlu, budala, iyilik budalası milyoner…” (s380)
“Ah prens, dünyaya ne temiz, aydınlık, masum gözlerle, nasıl desem, bir
çoban gibi bakıyorsunuz!” (s392)
“Böyle bir saflık, böylesine bir temiz yüreklilik insanlığın altın
çağında bile görülmüş, duyulmuş şey değildir. Ansızın derin bir psikolojik
gözlem gücüyle ok gibi giriyorsunuz insanın ruhuna.” (s393)
“Bakın, yalnızca size söyleyeceğim gerçeği, çünkü insanın ruhunu
okuyorsunuz.” (s396)
“Ah ne saf, ne alıksın sen! Herkes aldatıyor seni, tıpkı… tıpkı…”
(s.406)
“Herkes aptal yerine koyuyor seni, aldatıyor!” (s.407)
“Sizin gülünç karakteriniz sebebiyle yüzüm kızararak da olsa uyarmak
istedim sizi.” (s.455)
“Eşsiz bir insansınız, yani adım başı yalan söyleyenlerden değilsiniz,
belki hayatınız da hiç yalan
söylememişsinizdir; bana da dost ve akıl hocası olarak gerekli bir insansınız.”
(s.468-469)
“Bence son derece dürüst, doğru bir insansınız, herkesten daha dürüst,
herkesten doğrucusunuz. Sizin için aklınızın biraz… yani arada bir aklınızdan
hastalandığınızı söylüyorlarsa da haksızlık bu…” (s542)
“Prens! O kadar iyisiniz, o kadar safsınız ki, bazen acımak geliyor size
içimden. Ama yine de prens onun haz duyarak, hatta zevkten kendinden
geçercesine yalan söyleyenlerden, ama duydukları zevkin doruğundayken bile
söylediklerine karşısındakilerin inanmadığından, inanamadığından kuşku duyanlardan
olduğunu hissediyordu.” (s638)
“O harika içten saflığınızdan alay etmek küstahlığını gösterdiysem.”
(s655)
“Vay! Söyledikleri kadar saf değilmişsiniz.” (s659)
“Tertemiz yüreğinin heyecanından tıkanıyordu.” (s685)
“Size şunu da söyleyeyim, ömrümde onun kadar temiz yürekli, dürüst ve
her şeye çabucak inanan bir insan tanımadım ben. Onu dinledikten sonra, isteyen
herkesin onu kolaylıkla aldatabileceğini, kendisini aldatan herkesi aradan bir
süre geçtikten sonra bağışlayabileceğini öğrendim ve işte bunun için de sevdim
onu…” (s720)
*Giyotin:
“Giyotin denen bir makineye yerleştiriyorlar, büyük, ağır ve yassı bir
bıçak yukarıdan aşağı hızla düşüyor… Kafa göz açıp kapayıncaya dek bedenden
kopup uzağa fırlıyor. Ama olayın hazırlık olayı çok kötü. İdam edilecek kişiye
karar okunuyor, sonra özel bir giysi giydiriyorlar, gözlerini bağlıyorlar ve
idam sehpasına çıkarıyorlar.” (s24)
“İşte başını giyotinin altına koyuyorsun, kocaman bıçağın yukarıdan
aşağı nasıl kayarak geldiğini duyuyorsun… işte saniyenin o dörtte biri olan
süre en korkuncudur…” (s25)
“Orada kadınların idamları izlemelerinden hiç hoşlanmıyorlar. Hatta bunu
yapan kadınları ertesi gün gazeteler dillerine doluyor.” (s76)
“Başı giyotinin altındayken son çeyrek saniyeye kadar düşünür mahkum,
bekler ve… bilir, başının üstünde giyotinin bıçağının ansızın kaymaya
başladığını duyar! Kesinlikle duyar bunu!” (s80)
*İdam
edilecek kişinin son anda azad edilmesi ve bu sırada mahkumun hisleri
(Dostoyevski’nin kendi başına da gelmiş, tam idam edilecekken gelen bir emirle
hayatı bağışlanmış, o sırada aklından geçirmek zorunda kaldığı düşünceleri
Prensin ağzından aşağıda aktarıyor olabilir):
“Ama aynı ere ölüm cezasına çarptırıldığı kararını okuyun, ya aklını
yitirir ya da ağlamaya başlar. İnsan doğasının buna aklını yitirmeden
katlanabileceğini kim söylemiş? Kendisine ölüm kararı okunup acı çektirildikten
sonra ‘Hadi git, bağışlandın’ denen biri vardır belki. İşte o anlatabilir bize
bunu…” (s26-27)
“İdam edilecek öteki mahkumlarla birlikte onu da idam sehpasına
çıkarmışlar. Siyasi bir suçu nedeniyle kurşuna dizilerek idam edileceği kararı
okunmuş kendisine. Yirmi dakika sonra da bağışlandığı, ölüm cezasının başka bir
cezaya çevrildiğinin karar yazısı… iki karar arasındaki yirmi dakikayı ya da en
azından bir çeyrek saati birkaç dakika sonra kesinlikle öleceğini düşünerek
yaşamış. O anda yaşadıklarını anlatırken büyük bir merakla dinliyordum onu.”
(s72)
“Bu beş dakikada birçok yaşamı olacağını düşünerek, son dakikayı
düşünmeyi bile gerekli görmüyor, önündeki zamanın planlamasını yapıyormuş:
Arkadaşlarıyla vedalaşmaya iki dakika ayırmış, iki dakika da kendini son bir
kez düşünmeye… Geri kalan zamanda ise çevresine son kez bakınacakmış. Önündeki
zamanı böyle üçe ayırıp kullanmayı planladığını çok iyi hatırlıyordu. Yirmi
yedi yaşındaydı, sağlıklıydı, güçlü kuvvetliydi, ama ölecekti. Arkadaşlarıyla
vedalaşırken birine hayli tuhaf bir soru sorduğunu, aldığı cevabı da çok ilginç
bulduğunu hatırlıyordu. Daha sonra, kendini düşünmek için ayırdığı iki dakika
başlamış.” (s73)
*Ukala:
“Bu tür ukala insanlara toplumun belli kesimlerinde kimi zaman, hatta
çoğu zaman rastlanır.” (s5)
*Aşk
romanın önemli temalarından. Yalnız aşık olanların hiçbirisi şanslı değil.
Birbirlerine gerçekten aşkını gösterip karşılığını alan kimse yok diyebiliriz.
Bu karasevdalık karakterleri daha hırslı, heyecanlı, sıkıntılı yapıyor. Hatta
aşksızlık onların içindeki kötüyü de ortaya çıkartıyor:
“O anda Nastasya Filippovna da bir mağazadan çıkmış, arabasına
biniyordu. Şurama bir ateş düştü sanki.” (s11)
“Ve belki de hüzünlü son günümde, bir veda gülümsemesiyle ışıldar aşk.”
(s712)
*Çocuklara
Dilek:
“Uyuyup da büyüsün, sırmalı giysiler içinde bir general olsun!” (s413)
Acaba o dönemlerde Türk/Osmanlı
toplumunda ne dilenirdi çocuklar için?
*Deyimler:
“Aman, battı balık yan gider!” (s12)
“Yabancısı olduğun manastıra…” (s20)
“Tabak beğendiği deriyi yere çalar.” (s155)
“Kurttan korkan ormana girmez.” (s183)
“Elin ağzı torba değil ki büzesin.” (s261)
“Malum insanların bahtı açıktır.” (332)
*Uşak:
“Öte yandan, uşaklar genellikle efendilerinin sandığından daha zeki
oldukları için...” (s21)
*Acıma:
“Acıma duygusu bütün insanlığın başlıca ve belki de tek yasasıdır.”
(s292)
*Gurbet:
“Evlerin içi biz Rusların alışık olmadığı kadar soğuk. Doğrusu, dünden
beri durmadan Rusça konuşmak geliyor içimden.” (s23)
*Dahiler:
“Mucitlere, dâhilere kendi alanlarında çalışmalarının başlangıcında (çoğu
zaman sonunda da) toplum içinde aptal gözüyle bakılır. Son derece olağan, alışılmış
bir durumdur bu.” (s412)
*İş Adamı:
“Aslında kalın kafalılık her iş adamı için olmasa bile, en azından para
sahibi olmayı ciddi olarak düşünen herkes için zorunlu bir özelliktir.” (s414)
*İmza:
“Eski başrahiplerimizin, metropolitlerimizin hepsi belgelere enfes
imzalar atarlarmış; kimi zaman büyük bir özenle, titizlikle koyarlarmış
imzalarını!” (s39)
*İnsan
ilişkileri:
“Çünkü çok sık böyle gelir insanlara, ortak yanlarının olmadığını
sanırlar. Oysa çok ortak yanları vardır… insanların tembelliğinden, bir de
birbirlerini nasıl görünüyorlarsa öyle değerlendirdiklerinden, onlarda başka
bir şeyler bulamadıkları için oluyor bu…” (s30-31)
“Hepsi doğaldı tabii bunların, insanlar birbirlerine acı çektirmek için
yaratılmıştır.” (s501)
*Cezaevi:
“Sonra insanın cezaevinde bile kocaman bir yaşam bulabileceğini
düşünüyordum.” (s71)
*Mutluluk:
“Mutlu olduğunuzu söylediğinize göre, herkesten daha az değil, daha çok
yaşamışsınız demektir.” (s75)
“İnsanların mutluluk peşinde acele etmesini, gürültü çıkarmalarını,
telaşlarını anlatıyor!” (s475)
*Çocukların
Eğitimi:
“Her şey anlatılabilir çocuklara, her şey… Büyüklerin çocukları hiç
tanımamaları her zaman şaşırtmıştır beni.” (s82)
*Dil
Bilimi:
-Fransızca:
O dönemde Rus dili çok yoğun bir Fransızca hakimiyeti altındaymış. İnsanlar
kendilerini neredeyse Rusça’dan çok Fransızca konuşarak daha iyi ifade
ettiklerini düşünüyorlar ve Fransızca konuşmak sosyete arasında özentilik
yaratıyor.
“Jes vous aime, Marie.” (s88)
“Bonjour, notre bonne Marie. Nous t’aimons, Marie.” (s90)
“Leon s’en va, Leon s’en va pour toujours.” (s93)
“Chere Babette.” (s114)
Avis au lecteur.” (s117)
“Mon mari se trompe. Ben qu’on se trompe.” (s122)
“C’est du nouveau.” (s137)
“Rira bien qui rira le dernier.” (s158)
“Pour passer le temps.” (s169)
“Embarras de riçhesse.” (s184)
“De la vraie souche.” (s195)
“Monsieur aux camelias.” (s208)
“Lever du roi.” (s249)
“Encore un moment, monsiur le bourreau, encore un moment.” (s250)
“Tete-a-tete” (s436)
“Bonne cehance.” (s444)
“Apres moi le deluge.” (s488)
“Les extremites se touchent.” (s.515)
“O, puissent voir votre beaute sacree Tant d’amis sourds a mes adieux
Qu’ils meurent pleins de jours, que leur mort soit pleuree Qu’un ami leur ferme
les yeux.” (s523)
“Voila’un garçon bien eveille. Qui est ton pere.” (s630)
“Conseil du lion. Bah! II. Devient superstitieux.” (s635)
“Le roi de Rome.” (s636)
“Petite fille alors. Ne mentez jamais! Napoleon, votre ami sincere.”
(s637)
“Fraternite ou la mort.” (s690)
“C’est tres curieux et c2est tres serieux!” (s695)
“Laissez le dire.” (s698)
-Rusçaya
giren Fransızca sözcüklerin eleştirisi:
“Fransızca bir sözcük bu. Rusçaya giren bir çok sözcük gibi bir sözcük.
Aslında pek savunduğum bir şey değil ya…” (s559)
-Almanca:
“Tren biletini de alıp nach Russland, hoşça kal İsviçre.” (s333)
-Latince:
“Mea culpa, mea culpa…” (s673)
“Non possumus. (s688)
*Etkilendiğim
Cümleler:
“Çocuklar insanın ruhunu hafifletir.” (s83)
“İyilik tohumunuzu, sadakanızı, hangi biçimde olursa olsun, iyiliğinizi
başka birine verirken, ona benliğinizin bir bölümünü vermiş ve onunkinin bir bölümünü
kendinize almış oluyorsunuz. Karşılıklı olarak kişilikleriniz birbirine
karışmaktadır. Bilim ve bu yaşam uğraşınız sonunda sizi çok büyük bir tohum
atmak, dünyaya dev bir düşünce armağan etmek düzeyine çıkaracaktır…” (s513)
Tanrı birini cezalandırmak istediğinde önce aklını karıştırırmış derler…”
(s561)
“Söyledikleriniz kalbimdedir… kalbimin derinliklerinde! Orası
sözlerinizin mezarıdır!” (s564)
“Hiçbir şeye şaşmamak çok zeki olmanın işareti derler. Bence aynı ölçüde
aptallığın da işaretidir…” (s709)
*Güzellik:
“Güzellik bir gizemdir.” (s96)
*Öfke:
“Böyle sinirlenen insan öfkesinden neredeyse haz duymaya başlar, artarak
güçlenen bu duygusuna gittiği yere kadar bütünüyle bırakır kendini.” (s126-127)
“Kafiyelerinde uzlaşmaz öylesine çok öfke vardır ki.” (s523)
*Prens çok
iyi bir gözlemci ve analitik bir beyine sahip:
“Bence son derece olağan bir insansınız, belki biraz zayıf, orijinal
hiçbir yanı olmayan sıradan bir insan.” (s156)
“Mektuptan hoşlandığınızı saklamaya çalıştığınız için söyledim öyle.
Duygularınızdan niçin utanıyorsunuz? Her zaman duygulusunuzdur siz.” (s409)
*Para:
“Aslında para insana yetenek bile kazandırdığı için aşağılık, nefret
edilecek bir şeydir.” (s158)
*Kitapta
bahsi geçen bazı eserleri özellikle okumuş ve arşivlemiş olmaktan gurur
duyuyorum. Bunlar o dönemin yazarlarını ve dolayısıyla farklı milletleri
derinden etkilemiş büyük eserler:
-Kamelyalı Kadın (s100-192-193-208-671) [AAKA-363]
-Don Kişot (s239-313-314-315-316) [AAKA-775, AAKA-776]
-Akıldan Bela (s312-377-423)
-Don Juan (s681) [AAKA-870]
-Madame Bovary (s763) [AAKA-736]
*St.
Petersburg:
“Yaz başında bazen çok güzel, güneşli, sıcak, durgun günler olur.
Petersburg’da.” (s284)
“Petersburg’umuzun buzların çözüldüğü mevsimdeki insanın sinirlerini
bozan havasını ekleyin.” (s735)
“Petersburg’un ‘beyaz’ yaz geceleri hafifçe kararmıştı.” (s767)
2000 yılı öncesi St. Petersburg’a ailecek gittiğimizi ve Dostoyevski’nin
evini de ziyaret ettiğimizi hayal meyal hatırlıyorum, şehir bende asil, yumuşak
ve sanatsal hisler bırakmıştı.
*Annelik:
“Yavrusunun ona bakarak ilk kez gülümsediğini gören bir annenin sevinci
böyle olur.” (s280)
*Yaşlanmak:
“Yaşlı insanlarda uzak geçmişi hatırlamakta pek sık görüldüğü gibi,
belleği bir anda aydınlanmış, olayı en küçük ayrıntısına varana kadar
hatırlamıştı.” (s309)
*Roman
içinde romanlardan bahsetmesi:
“Sizin o dediğiniz… romanlar da olur!” (209)
“Aslında aynı şeyleri romanlarda okumuş olsalar da.” (s370)
“Bütün olaylara önceden hazırlanmış, bir romandaymış gibi son derece
uygun bir biçimde birbirini izlemişti.” (s509)
*’En kötü’
davranışı anlatma oyunu:
“Sırayla herkes, masadan kalkmadan, hayatında kötü davranışlarının en
kötüsü olduğunu düşündüğü bir davranışını yüksek sesle, içtenlikle anlatacaktı.
Ama içtenlikle, önemli olan içtenlikle anlatmasıydı, yalan söylemeyecekti!”
(s180)
Kitabın bu bölümü çok heyecanlı ve bir o kadar da kışkırtıcı ve rahatsız
ediciydi. Karakterlerin başlarından gelen kendilerini kötü hissettiren ve halen
vicdan azabı çektiren anılarını anlatmaları insanı ürpertiyordu.
*Düello:
“Evet, ama düellolarda çok seyrek isabet ettirirler.” (s449)
Maalesef, dönemin kanuni yollara başvurmadan insan katline sebep
olabilecek kötü bir yöntemi olarak kullanılmış düellolar. Puşkin bile böyle bir
düelloda hayatını kaybetmiş. Yazar da bu konuya değinerek eleştirisini yapıyor.
*Gerçek:
“Hemen her gerçeğin kendine özgü değişmez yasaları varsa da, gerçek
neredeyse her zaman inanılmaz ve gerçeğe ters gibi görünür. Öyle ki ne ölçüde
gerçekse, bazen o derece gerçeğe ters izlenimi verir.” (s477)
*Verem:
“Hastalıklarının son evresinde veremlilerin kimi zaman geçici delilik
anları yaşadıklarını söylemişlerdi bana.” (s492)
*Yaşam:
“Önemli olan yaşamdır, yalnızca yaşam… onun keşif süreci, sürekli ve
bitmek tükenmek bilmeden yaşamı keşfetme çabası, yoksa keşfetmiş olmak değil…”
(s500)
*Yoksulluk:
“Bu öyle bir yoksulluktur ki, onunla mücadeleye her kalkışıldığında
sonunda düzensizlik üste çıkar, hatta insanlar artık onunla mücadelede
kurtuluşu düzensizlikte bulur, bu düzensizlikten de her gün biraz daha artan
acılı, intikam duygusu dolu bir haz duymaya başlarlar.” (s505)
*Sadaka:
“Bireysel ‘sadaka’ dedim, insanın doğasını incitir, kişiliğini aşağılar.
Ama örgütlü ‘sosyal sadaka’ ile kişisel özgürlük iki ayrı kavramdır ve biri
ötekini yok etmez.” (s511)
“İyilik tohumunuzu, ‘sadakanızı’ hangi biçimde olursa olsun, iyiliğinizi
başka birine verirken, ona benliğinizin bir bölümünü vermiş ve onunkinin bir
bölümünü kendinize almış oluyorsunuz. Karşılıklı olarak kişilikleriniz
birbirine karışmaktadır.” (s513)
*İsa’nın
resmedilişine eleştiri:
“Ressamlar İsa’yı tablolarında ya çarmıhta ya da çarmıhtan indirilmiş,
olağan üstü güzel bir yüzle vermişlerdir. En büyük acıları çekerken bile bu
güzelliği eksik etmezler yüzünden. (s516)
“Cesedi tam böyle idiyse(gerçekten de öyle olması gerekirdi) , onu böyle
gören bütün öğrencileri, gelecekte ki önemli havarileri, onu izleyen ve haçın
dibinde bekleyen, ona inanan, tapan bütün kadınlar cesedine bakarken bunca
acıya katlanmış bu adamın dirileceğine nasıl inanacaktı? Burada ister istemez
şöyle düşünüyor insan: Ölüm böylesine korkunç bir şey ise, doğanın yasaları
böylesine güçlüyse nasıl üstesinden gelinebilirdi bunun?” (s517)
“Ressamlar İsa’nın resmini hep İncil’de anlatılan öykülere göre
yapmışlardır. Ben olsam öyle yapmazdım: O tek başına olurdu benim tablomda.
Kimi zaman yalnız bırakıyordu onu havarileri.” (s576)
Yazarın din eleştirisi beni şaşırttı. O dönem böyle eleştiriler yaptığı
için din-sosyal çevrelerinden kötü tepkiler de almış olabilir.
*Kitapta
Geçen Şiirler:
“Kaldırmıyordu kimsenin karşısında,
Yüzündeki çelikten kafesi.” (s313)
“Bir zamanlar zavallı bir şövalye vardı,
Sessiz ve sade,
Somurtkan ve solgun,
Cesur ve dürüst,
Bir hayale kapılmış,
Aklının almadığı,
Hiç unutamadığı,
Ta yüreğine işlemiş.
O gün bu gündür içi yandı,
Kadınlara dönüp bakmadı,
Ömür boyu konuşmamaya,
Kararlıydı hiçbiriyle.
Atkı yerine boynuna,
Bağlıyordu tespih,
Kaldırmıyordu kimsenin karşısında
Yüzündeki çelikten kafesi.
İçi saf sevgiyle dopdolu,
Tatlı hayaline sadık,
Kanıyla yazmıştı.
Kalkanına A.M.D. diye.
Ve Filistin çöllerinde
Kayalık kalelere,
Saldırmış soylu şövalyeler,
Haykırarak kadınların adını.
Ama o, Lumen coeli sancta Rosa!
Diye bir nara attı çılgınca,
Gök gürültüsü gibiydi savaş narası,
Dağıttı tekmil Müslümanları.
Uzak ellerden dönünce,
Kapandı şatosuna,
Sessiz sedasız, hüzünlü,
Yaşadı ve öldü bir çılgın gibi…” (s318-319)
“Şneyder’in paltosu sırtında,
Tam beş yıl oyalandı durdu Lyova
Sıradan, sıkıcı işlerle,
Doldurdu günlerini.
Ayağına dar gelen potinlerle dönünce,
Milyonluk bir mirasa kondu,
Tanrı’ya dualar etti Rusça,
Ama yine de soydu öğrencileri.” (s337)
“O, puissent voir votre beaute sacree
Tant d’amis sourds a mes adieux!
Qu’ils meurent pleins de jours, que leur mort soit pleuree!
Qu’un ami leur ferme les yeux!” (s323)
“ne mentez jamais!
Napoleon, votre ami sincere.” (s637)
“ve belki de hüzünlü son günümde,
Bir veda gülümsemesiyle ışıldar aşk.” (s712)
*Var
olmak:
“Ama bana ‘ben varım’ deme bilinci verildiğini kesinlikle biliyorsam,
dünya düzeninin hatalı kurulmasından, başka türlü varlığını sürdüremeyeceğinden
bana ne?” (s524)
*Sık
Bahsedilen Önemli Kişiler:
Napolyon, Puşkin, Gogol. Özellikle yazar Puşkin ve Gogol’a büyük saygı
duyuyor belli ki. Son dönemde iki yazarın da önemli birer eserini okudum.
Puşkin’in romanı ‘Yüzbaşının Kızı [AAKA-896] ve Gogol’ün romanı ‘Ölü Canlar
[AAKA-900].
*Yalan:
“Çünkü insan yalan söylerken sık rastlanmayan veya inanılmaz, yani çok
ters, hiç olmamış bir şey söylüyor ve bunu başarıyla anlatmak becerisini
gösteriyorsa yalan çok daha inandırıcı oluyor.” (s348)
“Ama yine de Prens onun haz duyarak, hatta zevkten kendinden geçercesine
yalan söyleyenlerden, ama duydukları zevkin doruğundayken bile söylediklerine
karşısındakilerin inanmadığından, inanamadığından kuşku duyanlardan olduğunu
hissediyordu.” (s.638)
*Sosyete:
‘Sosyete’ gibi tuhaf bir adı olan topluluğu hayatında ilk kez görüyordu.
Özel birtakım niyetlerle, düşüncelerle, merakla bu büyülü çevreye girmenin
hayalini uzun zamandır kurduğu için ilk izlenimi etkilemişti onu. Çarpılmış
gibiydi. Birden bütün bu insanlar bir arada olmak için doğmuşlar...” (s677)
*Yazarlık:
“Yazarlar romanlarında, öykülerinde çoğu zaman toplumda belirgin
özellikleri olan tipleri ele almaya ve onları canlı, sanat değeri olacak
biçimde anlatmaya çalışır. Değişik özellikleri olan bu çeşit tiplere toplumda
sık rastlanmaz ama, aslından bunlar gerçeğin kendinden de gerçektir. Örneğin
Podkolyosin kendine özgü, hatta abartılı bir karakterdir belki, ama asla
uydurma değildir. Kafası çalışan çok kişi Gogol’ün Podkolyosin’ini öğrendikten
hemen sonra, iyi yürekli tanıdıklarının, dostlarının yüzlercesinin
Podkolyosin’e korkunç derecede benzediğini düşünmeye başlar.” (s538)
“Bu romancı özelliği olmayan, tam anlamıyla ‘sıradan’ insanları ne
yapacak, hiç değilse biraz ilginç göstermek için eserlerinde okuyucunun
karşısına ne diye çıkaracak onları?” (s583-584)
*Kaybetmek:
“Kaybettiği bir şeyi bulmayı çok istediği zaman insan bazen öyle yapar…
Bakar bir göremez, bomboştur baktığı yer, öyleyken yine de on beş kez bakar
aynı yere.” (620)
*Karar
Almak:
“Kuşkusuz, bunu bana sorması, çok büyük zeka sahibi bir insanın kimi
zaman son anda işi yazı turaya dökmesi gibi bir şeydi.” (s635)
*Yazarlara
Eleştiri:
“Büyük ama ölmüş bir yazarın dostluğuyla, bu dostluğunu yazıya dökerek
övünmeyi pek seven edebiyatçılar çoktur.” (s680)
*Ruslara
Eleştiriler:
“Rus insanının pek önemsemediği çalışma isteğine de sahip olduğum için
yani.” (s614)
“Rus halkının bu yüksek tabakası gerçekten işe yaramaz, devri geçmiş,
boş, elinden yalnızca ölmek gelebilen, ölmekte olduklarını bile fark etmeden
geleceğin insanlarıyla kıskançlık içinde.” (s698)
“Avrupa hayranlığını bırakalım artık, aklımızı başımıza toplayalım.
Burada her şey, bütün bu yurtdışınız… bütün bu Avrupa’nız…hepsi hayal bunların,
yurtdışındaki biz Ruslar da hayalden başka bir şey değiliz… unutmayın bu
dediğimi ileride görüp anlayacaksınız!” (s779)
“Bizde hep, uygulayıcı insanlarımızın olmadığından yakınılır.” (s411)
*Çağa
Sitem:
“Herkesin bir sıkıntısı var Prens… özellikle de bu tuhaf, huzursuz
çağımızda.” (s617)
*Ruslara
Özgü Bilgiler/özellikler:
“Evlerin içi biz Rusların alışık olmadığı kadar soğuk.” ( s23)
-Kupa arabası. (s187)
-Palki (s246)
-Troykalar (s219)
“Rus ruhuna bütün içtenliğiyle inanmaya başlamıştı.” (s289)
-Nihilizm (s326, 415, 418)
-Liberalizm (s421, 422, 424)
“Herhangi bir Rus başkalarından alınma değil de, kendinin olan bir şey
söylediğinde veya yazdığında, Rusçası çok kötü bile olsa, anında ulusal kabul
ediliyor.” (s423)
*Roman
İçinde Kahramanların Anlattıkları bazı hikayeler:
-Prensin İsviçre’deyken acıdığı fakir Mari (s82-83-84-85)
-Trende puroya karşın finonun camdan atılması (s138-139)
- 3 rubleyi çalan Ferdışçenko’nun bu yüzden hizmetçinin kovulmasına
neden olması (s186)
-Askerdeyken yaşlı bir kadına bir kase yüzünden bağıran subayın kadının
öldüğünü fark etmesi (189-190)
-Kamelyayı tiyoyu verenden önce bulup kıza ileterek o kişiye kötülük
yapmış olmak.(s192-193-194-195)
*Nihilist:
Nihilistler arasinda kimi zaman okumuş, hatta bilgili
insanlar bile vardir, ama bunlar onlardan cok daha ileri gitmişler
efendim. Çünkü once eylem adamidirlar. Gerci nihilizmin bir sonucu
gibiler, ama dogrudan degil de dolayli olarak. ..” (s326)