Okuduğum Tarih: Ekim 2009
Yakup Kadri’nin bu romanından büyük keyif aldım, hikaye acıklı olsa da İstanbul’un bir döneminin yaşayışına, geleneklerine ve politik olaylarına uzaktan da olsa değiniyor.
Romanın Özeti:
Münire ve Cemil, iki komşu yalıda oturan ailelerin çocuklarıdır ve küçüklüklerinden beri birbirlerini sevmektedirler. Cemil sevdiği kızı ailesinden istemiş olsa da Münire’nin babasının Cemil’i haşarı-çapkın bulmasından dolayı reddedilir.
Akabinde Münire, Rüknettin bey konağına gelin gider. Kocasını hiç sevmez üstüne üstlük kocasının konağın hizmetçilerinden birini hamile bıraktığını da öğrenir. Kocasının ilk kez kendisini aldattığını öğrendiğinden beri kendisine yaklaşan Cemil ile Zeyrekli Fatma Hanım’ın evinde gizlice görüşmeye ve aşkını tazelemeye başlamıştır. Kocasının da bir hizmetçiyi hamile bırakmasını fırsat bilerek Münire baba evine geri döner ve arada sırada ziyarete gittiği halasının yalısında Cemil ile görüşmeye devam eder. Bu arada da Cemil’e de saraydan bir kız uygun görülmüş fakat o reddettiği için Padişah kendisini ve ailesini doğuya sürmüştür. Bunun üzerine yirmi beş yıl görüşemezler.
Roman yirmi beş yıl sonrasında Münire’nin anlatması ile devam eder. Halasıyla komşularına saz faslı dinlemeye gittiklerinde Münire, Cemil ile bunca yıl sonra tekrar karşılaşır ve daha birbirlerini görmeden Cemil’in ona eski aşklarını ifade eden -zamanında ona bununla serenad yaptığı- şarkıyı icra edişini dinleyince kahrolur. Cemil de arada Anadolu’da yaşarken evlenmiş ve iki erkek çocuğu olmuştur. Ancak hayat ışığını kaybetmiş, şişmanlamış, çökmüş yalnız hayatını oğullarına adamıştır. Hayat iki sevgiliyi büsbütün ayırmıştır. Münire de hiç evlenmeden yaşlanmıştır.
Gözlemlerim:
*Yakup Kadri’nin romanını bir kadın karakterin ağzından anlatmasını sevdim. Çünkü bir erkek romancının bir kadın profilini karakterize etmesi ilginçti.
*Romanın birbirinden ayrı ve çok uzun iki zaman diliminde geçmesi de hikayenin kurgusuna renk kattı.
*Romanın
ana temalarından olan Cemil Bey’in ilan-ı aşk ettiği;
“O
şarkı” Münire’nin sık sık ruh hallerini anlatmak için dile getiriliyor.
“Çünkü o
akşam Cemil Bey bana bir şarkı söylemişti.” (s28)
“Bu ses
bana, gecenin ilerlemiş bir saatinde el etek çekildikten sonra, pes perdeden,
hep o şarkıyı söylemekte devam ediyordu.” (s31)
“O bana
ilk defa böyle hitap ediyordu ve onun tarafından hiç alışmadığım bu samimilik,
bu laubalilik beni kızdıracağı yerde, tam tersine bir takım tatlı hislere
daldırıvermişti. Öyle hisler ki, hep o şarkıyı dinlerken duyduklarımdan
farksızdı.” (s69)
“Kalbim
türlü türlü ümitler ve arzularla doluydu ve kulaklarımı Cemil Bey’in şarkısı,
Cemil Bey’in sesi sanki ilk defa olarak okşuyor gibiydi.” (s85)
“Hem bu
sefer, eskisi kadar nezaret altına alınamayacağına göre, geceleri pencereden
pencereye fısıldaşmak, sabahları gözümü onun yüzüne bakarak açmak ve ara sıra
da-kim bilir belki- yatağın içinden o şarkıyı dinlemek eskisine nispeten çok
daha kolay olacaktı.” (s108)
“Mehtap
alemlerinin sonuna doğru o şarkıyı doya doya, kana kana dinlediğim oluyordu.” (s109)
“– O
şarkınızı kulağıma söyler misiniz?” dedim.” (s115)
“Bir de
o esnada, o şarkı, bizim şarkımız söylenmeye başlamasın mı?” (s124)
“Benim
şarkım söylenip bittikten sonra bütün bunların ne hükmü var?” (s142)
“Hızla
yürümeye çabalayarak, sünnet düğünü gecesi, sedefi feracemle oturup Cemil Bey’in şarkısını ilk defa dinlediğim
taraçanın bulunduğu noktayı aramaya başladım.” (s146)
“Fakat,
ben bunu kendi nefsimde tecrübeye kalkışınca içimde o eski şarkının ta
uzaklardan, ta derinlerden gelen aksi sedasından başka bir şey işitmiyordum.”
(s152)
“Zaten
uzunca bir ut taksiminden sonra o şarkı da başlamıştı işte.” (s159)
*Dönemin
politik olayları ve hareketleri de romanın akışına destek oluyor:
-Sarayın
israfları ve hazinenin çöküşü;
“Devlet
hazinesi öyle kolay kolay tükenir mi?” (s62-63)
-Feriye Vakası;
“Feriye
vakası olduğu vakit ben otuzunu boylamış bir kadındım” (s134)
-Moskof Savaşı;
“Ben bu
haldeykendir ki, Moskof muharebesi oldu.” (s140)
-Yalı yangınları ve sürgün cezası
*İşin
içine biraz mistizm katılarak Bektaşilikten bahsediliyor.
*Münire
karakteri romanı kendi ağzından “ roman yazan bir kişi” sıfatıyla yazdığı için
“roman” sözcüğü sık sık geçiyor. Adeta yazar roman içinde roman yaratıyor:
“Bende
bu roman okuma merakı bende pek genç yaşımdan beri başlamıştır” (s11)
“Hatta
söze bazı hissi romanların bazılarında görüp beğendiğim üzere şunlara benzer
bir takım cümleler ile başlamak hevesine düştüm.” (s12-13)
“Her
romancı mutlaka kendi başından geçenleri yazmaz veya kahramanlarına mutlaka
yakından tanıdıklarının hüviyetini
vermez ama, bahsettiği vakalarla insanları bize, -ne bileyim ben
nasıl-hakikatte olmuş şeyler ve görülmüş kimseler gibi anlatmayı bilir.” (s14)
“Kış
gelip çatıp da konağa taşındığımız günden itibaren, hazin sergüzeştlerini
Avrupa romanlarında okuduğu, manastıra kapatılmış kızlardan bir farkım
kalmazdı.” (s42)
“Hey
acemi romancı; hikayenin sonunda söyleyeceğin şeyleri gene başa aldın. Hele
dur; şu cehennem dediğin Nafi Mollalar’ın konağında neler gördün, neler
geçirdin onları anlatmağa başla bakalım.” (s45)
“Canım;
böyle de roman mı olur? Böyle hissi roman mı yazılır?” (s52)
“Bir
roman ya hazindir, ya komik.” (s53)
“Ah,
nerede ise size romanımın sonunu açıklayıverecektim.” (s54)
“Dikkat
edin, asıl romanım şimdi başlıyor.” (s67)
“Romanlar
ise bana, yoldan çıkan kadınların er geç büyük bir hüsrana uğradıklarını
gösteriyordu.” (s75)
“Kahvaltımı-
gerçi hiç lüzumunu hissetmeden ve tadını almadan- orada ediyordum ve bir
müddet, uzun, uzun bir müddet denize, bahçeye, bahçenin yıkık rıhtımına
baktıktan sonra elime romanımı alıp okumaya çalışıyordum.” (s129)
“Bundan
üç dört yıl evvel, bir yaz sabahı, bilmem neden, bilmem hangi hisse kapılarak
–serde romancılık var ya- halamın yalısından bir sandala atlayarak o yangın yerini
görmeye gittim.” ( s144)
“Roman,
kanaviçe.” (s148)
“ Bir
aşkın, bir uzun aşkın böyle bir hayal sükutu ile bittiği nerede, ne zaman, hangi
romanda görülmüştü?” (s168)
“Benim
romanım zaten kendi kendimle böyle bir konuşma halinde başlamamış mıydı?” (s169)
*Dönemin
bildiğim az tanıdığım İstanbul semtlerinin sözü sık sık geçiyor:
Beykoz,
Kanlıca, Bebek, Kandilli, Emirgan, Baltalimanı, Laleli, Vefa, Bağlarbaşı,
Beşiktaş, Şehzadebaşı, Divanyolu, Çarşıkapısı, Beyazıt, Direklerarası,
Cihangir, Sarıyer, Çamlıca, Adalar, Kanlıca, Çubuklu, Hisar, Fazlıpaşa, Galata,
Mahmutpaşa, Sütlüce gibi. Bir nevi roman İstanbul rehberi gibi.
*Dönemin
mektuplarındaki hitaplar ve yazılar ilginç;
“Muhterem
hanımefendi hazretleri, emirleri veçhile hareket olunacağını arz eder, eteklerinizden
öperim.” (s117)
“Münire
Hanımefendi’ye ihtiramatı faikamın iblağını (üstün saygılarımın iletilmesini)
rica ederim.” (s171)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder